5 Ocak 2011 Çarşamba

The Scout: Christian Dannemann Eriksen

"Teşekkür'ü 2 puanla kaçırdım!"
“Hedefim gelecek sene Danimarka U-21 takımına girmekti, ama şimdiden daha ötesine geçtim”

Christian Eriksen

THE SCOUT

Christian Eriksen, Ajax

Yazan: Petra Svensson

Güney Afrika’daki Dünya Kupası’nı asla unutmayacak biri varsa o da Danimarkalı Christian Eriksen. Dünya Kupası’nın en genç oyuncusu, Danimarka’nın Japonya karşısındaki son maçında oyuna yedekten girdi. Danimarka’nın gruptan çıkamaması büyük bir hayal kırıklığıydı, ama milli takım teknik direktörü geleceğe bakmaya başladı bile: “Nicklas Bendtner ve Christian Eriksen gibi oyuncular geleceğin şimdiden geldiğini gösteriyor. Bu ikisi ve diğer genç oyuncuların şimdi daha fazla sorumluluk almaya ihtiyaçları var. Bendtner formdayken zaten Arsenal’de sürekli oynayan bir oyuncu ve Eriksen memleketinde yeni Brian Laudrup olarak kabul ediliyor. Kariyeri yeni başladı ve gelecekte bizim için çok önemli bir futbolcu olacak.”

Mart’ta ilk milli maç

Eriksen, Danimarka A milli takımında ilk kez, 18. doğum gününden sadece birkaç hafta sonra, 3 Mart 2010’da, Avusturya karşısındaki dostluk maçında oynadı. Böylece Harald Nielsen ve Michael Laudrup’dan sonra ülkesi için oynayan üçüncü en genç oyuncu oldu.

Eriksen ilk maçından sonra, “Biraz heyecanlıydım, ama neler yapabileceğimi göstermeye de hevesliydim. Hedefim gelecek sene Danimarka U-21 takımına girmekti, ama şimdiden daha ötesine geçtim. Formamı çerçeveletip hatıra olarak duvarıma asacağım,” dedi.

Odense BK için oynadı

Eriksen 1992 yılında Funen adasındaki Middelfart şehrinde doğdu ve üç yaşından önce futbol oynamaya başladı. 2005 yılında Danimarka gençlik şampiyonalarında yer alan Odense BK için oynamaya başladı. O sene yarı finalde Bröndby IF’ye yenildiler, ama Eriksen daha sonra turnuvanın “en teknik oyuncusu” seçildi. Takip eden sene Odense turnuvayı Eriksen’in attığı tek golle kazandı. Kulübünde ve Danimarka U-17 takımında gösterdiği sayısız iyi performanstan sonra Chelsea ve Barcelona gibi kulüpler bu genç yeteneği fark etmeye başladı.

Hollanda’dan Ajax’ı seçiyor

Eriksen 17 Ekim 2008’de Hollanda kulübü Ajax ile sözleşme imzaladı. Genç takımda yolunu açmak için çok çalıştı ve bu sene Ocak ayında A takıma çıkartılarak ödüllendirildi, aynı ay NAC Breda karşısında ilk lig maçına çıktı. Eski teknik direktörü Martin Jol, onu Ajax’tan yetişen Wesley Sneijder ve Rafael van der Vaart ile karşılaştırıyor. “Eğer Wesley Sneijder gibi dünya çapında oyuncularım olsaydı Eriksen şimdiden A takıma seçilemezdi,” diyor Jol. “Ama Ajax’ın şimdi böyle bir lüksü yok. Oldukça etkileyici hale geldi ve sahaya çıktığında bir ergenden çok 23 yaşındaymış gibi görünüyor. Oyunu okuma yeteneği inanılmaz. Top ayağındayken etrafında olan her şeyin farkına varıyor.”

Arsenal peşindeydi

Eriksen 10 numara pozisyonunda oynamayı tercih ediyor, ama her iki ayağını kullanabildiği için sağ ve sol kanatlarda da oynayabilir. Eski Arsenal ve Ajax oyuncusu Dennis Bergkamp, Arsenal menajeri Arsène Wenger’e bu genç Danimarkalı yetenek hakkında tüyo verdi, ama Eriksen hakkındaki bütün söylentilere Nisan ayında Ajax ile yeni bir sözleşme imzalayarak son verdi. Sözleşmesi 2014 yazına kadar devam ediyor.

İsim: Christian Dannemann Eriksen

Doğum: 14 Şubat 1992, Middelfart, Danimarka

Boy: 175 cm

Ağırlık: 65 kg

Mevkii: Hücumcu orta saha

Kulüpler: Odense BK (2005-2008), Ajax (2008-)

19 Aralık 2010 Pazar

O Bir Efsane: Rafael van der Vaart

Artık Söz Onda: Rafael van der Vaart

İngiltere’de transfer döneminin kapanmasına iki saat kala Tottenham Hotspur
Hollandalı orta saha oyuncusu van der Vaart’ı transfer etmeyi başardı. Göreceli
sessiz geçen bir ‘transfer son günü’nün en fazla göze batan transferiydi bu.
Doğrusunu söylemek gerekirse Tottenham taraftarları da van der Vaart transferi
sonucunda hayli heyecanlandılar. Özellikle de Hollandalı oyuncu ilk resmi
demecinde ‘Buraya Tottenham’ın Arsenal’i geride bırakmasına yardımcı olmaya
geldim’ demesiyle…

Bora İşyar

Van der Vaart Ajax’ın meşhur genç akademisinden geliyor. Hatta Ajax A takımına
John Heitinga ve Wesley Sneijder ile birlikte çıkmışlar. Ajax’ta oynadığı yıllarda, en
azından Hollanda Ligi’nde, yeteneği ve gol becerisi ile göze batmaya başladı. O yıllarda
Hollanda’nın geleceğinin Sneijder ve van der Vaart etrafında kurulacağı ve bu isimlerin
tecrübe kazandıktan sonra Avrupa futboluna damga vuracakları söyleniyordu. Van der
Vaart’ın tek eksiği sık sakatlanması olarak görülüyordu ki sakatlıklar van der Vaart’ın
kariyerine negatif etki yapan bir unsur olarak kaldılar.

Van der Vaart’ın futbol hayatının tümünü Ajax’ta geçirmeyeceği kesindi. Fakat 2005
yılında başta Cruyff olma üzere tüm futbol otoritelerini şaşırtan şey yıldız oyuncunun
Hamburg’a transfer olmasıydı. Van der Vaart’ı yakından takip eden herkes dünyanın
sayılı kulüplerinden birisine gitmesini beklerken, Hollandalı oyuncu Almanya’nın
yolunu tuttu. Bunun bir nedeni van der Vaart’ın bir an önce Hollanda’dan ve Ajax’tan
ayrılma isteğiydi. Den Haag ile oynanan bir maçta nişanlısı hakkında maç boyunca
yapılan tezahüratlar van der Vaart’ın ne olursa olsun Hollanda’dan ayrılmak istemesine
yol açtı. Fakat 5 yıl boyunca sakatlıklar yüzünde bir sezonda ortalama 23 maçta forma
giyebilen van der Vaart için Avrupa’nın elit klupleri riske girmek istemediler.

van der Vaart, Hamburg’da forma giydiği sürece başarılı bir performans sergiledi.
Ancak sakatlıklar oyuncunun sık sık takımda yer alamamasına ve düzenli bir form
grafiği oturtamamasına yol açıyordu. Yine de 2008 yılının ilk aylarında Valencia,
Chelsea, Atletico Madrid ve Juventus yıldız oyuncu için resmi teklifte bulundular.
Ancak bu gruba daha sonradan katılan Real Madrid 13 milyon Avro karşılığında yıldız
oyuncuyu Barnebau’ya gelmeye ikna etti.

Ne yazık ki Real Madrid tecrübesi de van der Vaart’ın istediği gibi gitmedi. Hem Juande
Ramos hem de Manuel Pellegrini futbolcuyu rotasyonda veya maçların ikinci yarılarında
kullandılar ve van der Vaart bir türlü takımın yıldızı haline gelmeyi başaramadı.
Takımın başına Jose Mourinho’nun gelişi ve 2010 Dünya Kupası’nda yıldızı parlayan
Sami Khedira ve Mesut Özil’in kadroya katılması van der Vaart için bir kez daha transfer
zamanının geldiğini gösteriyordu. Her ne kadar Portekizli teknik adam Hollandalı
yıldızın takımda kalmasını istediğini söylese de basında Liverpool’un van der Vaart’ı
istediği yazılılyordu. Roy Hodgson van der Vaart’ı beğendiğini ancak ihtiyacı olmadığını
söyleyince Harry Redknapp araya girdi ve Avrupa’da 10 yıl öncesinin en büyük yıldız
adayını 8 milyon Avro karşılığında White Hart Lane’e gelmeye ikna etti.

Peki van der Vaart Tottenham’da başarılı olabilir mi? Van der Vaart başarısının önünde
üç muhtemel engel var.

Tottenham’ın Orta Sahası: Tottenham’ın orta sahasında Huddlestone, Kranjcar,
Modric, Lennon, Jenas ve Bentley gibi isimler mevcut. Bu van der Vaart’ın (eğer
sakatlıklar olmazsa) sevdiği bölge olan forvet arkasında değil sol kanada yakın
oynamasına sebep olabilir. Hollandalı ismin Premiership’te kanatlara yakın
oynayabilecek yeteneklere sahip olup olduğundan emin değilim. Bu isimler arasında
istediği yeri bulmak için van der Vaart’ın çok çalışması ve istikrarlı bir performans
göstermesi gerekecek. Ancak, eğer formunu tutturabilirse bu isimlerin yanında van
der Vaart takımın hucümda lideri olacak ve ekibinin ilk 4’e girme ihtimalini hayli
artıracaktır.

Sakatlıklar: Hollanda, Almanya ve İspanya gibi futbolun çok da sert oynanmadığı
liglerde bile sakatlıklarlardan bir türlü kurtulamayan van der Vaart’ı İngiltere’de çok
daha fiziksel bir oyun bekliyor. Oyuncunun başarılı olması için biraz da şansa ihtiyacı
var; eğer ilk sezonunda ciddi bir sakatlık geçirmezse Premiership futboluna alışıp,
fiziksel olarak güçlenebilir ve sonunda düzenli oynamaya başlayabilir.

İngiltere’de Futbol Basını: van der Vaart kariyeri boyunca defalarca ‘Ben ve eşim
Beckham çifti değiliz ve hayatamızı herkesin gözü önünde yaşamak istemiyoruz’ dese
de gittiği her ülkede basının ilgisi sürekli bu çiftin üstünde oldu ve yıldız oyuncu bunun
kendi performansını negatif yönde etkilediğini defalarca söyledi. Ne yazık ki İngiltere’de
bu ilgi sadece artacak ve şüphesiz van der Vaart’a daha da fazla rahatsızlık verecek.
(Rooney, Terry ve A. Cole örneklerinde olduğu gibi.) van der Vaart’ın bu gerçekle
yüzleşmesi ve bunu değişteremeyeceğini kabul etmesi şart.

van der Vaart’ın başarısı için en önemli etken ise kendini gösterme hırsı. Hollandalı
oyuncu dünya futbol kamuoyuna kendisinden beklenilenleri gerçekleştirebilecek
yetenekte bir isim olduğunu göstermek istiyor. Tottenham onun son şansı olabilir.
Premiership’in izlenme oranlarını ve Tottenham’ın Şampiyonlar Ligi’nde yer aldığını
düşünürsek bunun ne kadar büyük bir şans olduğunu anlayabiliriz.

Künye

Adı: Rafael Ferdinand van der Vaart
Doğum Yeri ve Tarihi: 11 Şubat 1983, Heemskerk, Hollanda
Boyu: 1.78 m.
Klubü: Tottenham Hotspur
Mevki: Orta Saha
Forma Numarası: 11
Başarıları: Hollanda Şampiyonluğu (2002 & 2004 – Ajax)
KNVB Kupası (2002 – Ajax)
UEFA Intertoto Kupası (2005 – Hamburg)

Kulüp Kariyeri

2000 – 2005 Ajax (117 Maç – 52 Gol)
2005 – 2008 Hamburg (74 Maç – 29 Gol)
2008 – 2010 Real Madrid (58 Maç – 11 Gol)
2010 – Tottenham Hotspur (2 Maç – 1 Gol)

Milli Takım Kariyeri

2001 – Hollanda (85 Maç – 16 Gol)

Neler Söylediler?

Harry Redknapp: ‘Modric ve van der Vaart’ı birarada oynarken izlemek için
sabırsızlanıyorum. Hem onların hem de benim açımdan çok zevkli bir tecrübe olacağına
şüphem yok.’


Berndt Schuster: ‘Ronaldo şu anda dünyanın en iyi oyuncusu. Eğer Ronaldo’yu satın
alamıyorsanız, alabileceğiniz en iyi oyuncu van der Vaart’tır.’

Johann Cruyff: ‘Van der Vaart kalitesinde bir oyuncunun Hamburg’da ne işi var
anlamıyorum.’

Peter Crouch: ‘Rafael çok üst düzey bir oyuncu. Savunmadaki en küçük boşlukları
bile rahatlıkla görüp forvetleri pozisyona sokabiliyor. O sıfırdan gol yaratabilecek bir
oyuncu.’



13 Aralık 2010 Pazartesi

Okurun Kalemi: Timsahlar Şehri


Timsahlar Şehri – Bursaspor’un Avrupa Macerası

Geçtiğimiz sezon bütün tabuları yıkan ve ezberleri bozan Bursaspor için bu sezon aynı şeyleri söylemek çok zor. 51 senelik Süper Lig’de 6 sezon şampiyon olmuş Trabzonspor dışında Anadolu’dan bir şampiyon çıkması gerçekten özel bir başarı. Fakat Şampiyonlar Ligi’ni bir puan ile bitirdikleri Rangers maçından sonra, Bursa’nın geçen sezon ortaya koyduğu performansın üstüne koyamadığını görüyoruz. Bunun nedenlerini madde madde değerlendirelim:

Sezon Öncesi Planlama ve Transferler:

Öncelikle Ertuğrul hocanın ülkemizin yetiştirdiği en önemli yerli teknik direktörler arasında olduğunu ve ilerleyen senelerde çok daha önemli yerlere gideceğini belirtmek isterim. Bursaspor Trabzonspor ile birlikte ligimizde 90 dakika oyun disiplininden düşmeyen iki takımdan biri. Geçen sene kazandıkları şampiyonluktaki en önemli iki unsur takım kimyalarının mükemmele yakın oluşu ve fizik güçlerinin 90 dakikaya yetmesiydi.

Her şampiyon takımın “omurgası” ve “yıldızı” vardır. Barcelona’yı örnek alırsak takımın omurgasını Puyol – Xavi – İniesta oluştururken yıldızları hiç şüphesiz Messi’dir. Bursaspor’un geçen seneki şampiyonluğunda omurgasını Ömer Erdoğan – Ergiç – Ozan İpek – Ali Tandoğan oluştururken yıldızları Volkan Şen ile Sercan Yıldırım’dı. Bir takımın omurgasını oluşturan futbolcuları satmaması istikrar açısından çok önemlidir. Fakat mevcut başarıdan daha fazlası için belirlenen hedefe taşıyacak yıldızlara ihtiyacı vardır. Bursaspor’un sezon öncesi planlamasında yaptığı en büyük yanlış Volkan Şen ve Sercan Yıldırım’dan en azından bir tanesini satıp, kazanılan para ile Avrupa deneyimi olan ve takımı ileriye taşıyabilecek bir oyuncu alamamasıdır. Yazın 15 milyonlara kadar çıkan transfer teklifleri konuşuluyordu bu iki oyuncu için. Konuşulan miktarların doğru ya da abartı olduğu tartışılabilir. Fakat şu durumda bu oyuncuları yazın önerilen tekliflerin yarısına satabilirlerse büyük başarı anlamına gelir.

Bursaspor’un transferde ikinci önemli yanlışı omurgasını oluşturan oyuncuların alternatiflerini yaratamayışıdır. Bursaspor’un sezona çok iyi bir başlangıç yaptıktan sonra, son iki aydır aşağıya doğru giden performans çizgisinin en önemli iki nedeni Ömer Erdoğan’ın form düşüklüğü ve Ali Tandoğan’ın sakatlığıdır. Bunlara Ozan İpek’in ve yabancıların form düşüklüğü eklendiğinde, ligde ikinci sırada yerlerini korumalarını hala bozulmayan takım kimyasına borçlu olduklarını söyleyebiliriz. Yazın transfer edilen Stepanov, İnsua ve Nunez şu ana kadar takıma alışamadıklarını ve bir çok maçta yarardan çok zarar verdiklerini görüyoruz.

Sercan Yıldırım Israrı

Sercan Yıldırım’ın bu sezonki hali Guiza’yı aratmıyor desek abartmış olmayız sanırım. Bazı yeneteklerinin 10 üzerinden 10, bazı yeteneklerinin 10 üzerinden 1 olduğu bir sezon geçiriyor. Ertuğrul hoca en sonunda Rangers maçında Sercan’ı sağ açık pozisyonunda oynatarak iyi taraflarını verimli kullanmayı başardı. Sercan top hakimiyeti iyi, hızlı ve çabuk bir oyuncu. Bu yetenekleri sayesinde kolaylıkla pozisyonlara girip, çok kötü olan son vuruşlarından dolayı cömertçe harcıyor. Ertuğrul hoca Rangers maçında Sercan’ı sağ açık pozisyonunda oynatarak rakip karşısında bir çok pozisyon buldu ve nitekim Avrupa’daki ilk puanını Sercan’ın golüyle buldu. Sercan için bu alternatif sistem malesef çok geç uygulanmıştır. Marsilya’da oynarken Niang son vuruşlarında etkisiz olduğundan, açık pozisyonunda oynayıp hem kendi güvenini kazanmıştı hem de takıma ciddi anlamda katkı sağlamıştı. Geçen sezon Guiza’nın sağ açık pozisyonunda daha verimli olacağı ve bu pozisyonda İspanya milli takımına büyük katkılar sağladığını söyleyebiliriz. Günümüz futbolunda sabit pozisyonlar yerine “mobil forvet” ve “mobil defans” sistemleri en fazla başarıyı sağlıyor. Ülkemizde alternatif sistemlerin daha fazla uygulandığı ve gerektiği zamanlarda risk alındığı takdirde futbolumuza katkı sağlayacağı bir gerçek.

Korku Faktörü

Bursaspor Avrupa’da oynadığı tüm maçlarda geriye düştü. Son oynanan Rangers maçı dışında bütün maçlarda geriye düştükleri anda ciddi anlamda takım disiplininden koptuklarını ve acemi pas hataları yaptıklarını gördük. Özellikle Manchester United ve Valencia maçlarının belirli bölümlerinde halı saha maçlarında gördüğümüz oyun disiplininden çok daha düşük bir oyuna şahit olduk. Korkunun ecele faydasının olmadığını rakiplerinin üstlerine gidip baskı kurduklarında etkili olabileceklerini gösterdiler.

Rangers maçına bakarsak geriye düştükten sonra berabereyken oynadıkları oyundan çok daha iyisini oynadıklarını ve rakibe belirli zamanlarda nefes aldırmadıklarını gördük. Kendi sahasında artık hiç bir iddiası olmayan bir Bursaspor’un geriye düşmesine rağmen bu kadar etkili oynamasından, oyuncular üzerindeki baskının ne kadar önemli bir faktör olduğunu görebiliriz. Süper Lig’de oynadıkları bir çok karşılaşmada geriye düşmelerine rağmen, ikinci yarılarda kalelerinde sadece bir gol görerek ne kadar oyun disiplininden kopmadıklarını ve en azından bir puan için herşeyi yaptıklarını görüyoruz. İlerleyen senelerde Ertuğrul hocanın kazanılan deneyimini kullanarak takımını Avrupa’ya daha iyi hazırlaması gerekiyor.

Cem Kırgız

*Sizde yazınızı bu adreste yayınlamak isterseniz bize ulaşın!

11 Aralık 2010 Cumartesi

İnişler ve Çıkışlar: Marsilya


“Deschamps sezon boyunca takımını yavaşça şekillendirdi ve önündeki rakipleri devrilirken lig şampiyonluğuna doğru sessizce sokuldu”

“Hem ligde hem de Avrupa’da oynamak, en güçlü takımları bile etkileyen bir mücadele”

“Marsilya bir fiyasko olarak görülmekten kurtuldu ve bu sezon lige ve Avrupa mücadelesine umutla başlıyor”

Olimpik Marsilya
Büyük mücadelelerle şampiyon

Marsilya geçen bahar, neredeyse yirmi yıldır ilk şampiyonluğunu kazandı. Güney Fransa limanının sokakları, uzun bir bekleyişin -Marsilya çapındaki bir kulüp için aşırı  uzun bir bekleyişin- sona ermesini kutlayan neşeli ve kendinden geçmiş  taraftarlarla doldu.

Yazan: Leonard Jägerskiöld-Nilsson

18 yıldan sonra tekrar şampiyonlar bu, her sene sürekli gelişim gösterdikleri uzun bir yeniden yapılanma sürecinin sonucu mu? Aslında, sadece bir yaz mevsiminin, Marsilya’nın çok beklenen şampiyonluk avında belirleyici olması gayet ironik.

2009 yazında, eski spor gazetecisi Pape Diouf, dört yıldır Marsilya’nın başkanlığını yürütüyordu. Sorumlu kişi olarak klübü çeşitli başarılara ulaştırdı. Diouf yönetiminde kupa kazanamadılar, ama iki kez lig ikincisi (2007 ve 2009), iki kez de Fransa Kupası finaline çıkarak (2006 ve 2007) doğru yolda olduklarını gösterdiler. Ama Marsilya gibi bir kulüp için bu yeterli değildi. Bu nedenle kulübün sahibi Robert Louis-Dreyfus ve yönetim kurulu, 17 Haziran 2009’da Diouf ile yollarını ayırdı. Yerine, Diouf gibi gazetecilik geçmişine sahip ve neredeyse 70 yaşındaki Jean-Claude Dassier getirildi. Kulübün sahibi uzun süredir Dassier’in Marsilya başkanı olması için propaganda yapıyordu ve nihayet muradına erdi. Ne yazık ki, Dreyfus bundan iki hafta sonra (4 Temmuz), 63 yaşında vefat etti. Kulübün başkanını değiştirmek, Dreyfus’un kulüpteki son icraati oldu. Ligue 1’i tekrar kazanma hedefini başarmak için Marsilya’nın açıkça ihtiyacı olan iki değişiklikten biri buydu.

Beklenmedik teknik direktör değişikliği taraftarı endişelendirdi

Dassier’in kulübün başkanlığına atanmasıyla aynı zamanda teknik direktörlük pozisyonunda da bir değişiklik oldu, ama bu Marsilya’nın isteği değildi. Başarılı  Belçikalı teknik direktör Éric Gerets, Marsilya’dan bıkıp Suudilerin dev takımlarından Al-Hilal’a gitti. Geçen sezonu ikinci bitirmelerinin asıl sebebinin ayrılması, elbette ki taraftarı endişelendirdi. Ama Gerets’in boşluğu uzun sürmedi. Yerine gelen isim eski Marsilya oyuncusu Didier Deschamps’tı. Eski milli takım kahramanı, 2007’de Juventus’tan ayrıldığından beri teknik direktörlük yapmamıştı. Marsilya’yı uzun zamandır bekledikleri şampiyonluğa ulaştırmak için doğru bir isim miydi? Deschamps, Gerets’in biçimlendirdiği bir takımı miras aldı ve ihtiyaç duyulan tek şey, takımda direkt oynayabilecek yüksek kalitede birkaç oyuncuydu. Lucho González (Porto), Souleymane Diawara (Bordeaux), Gabriel Ivan Heinze (Real Madrid) ve Stéphane M’Bia (Rennes) gibi oyuncuların imza atmasıyla Deschamps elbette ki istediğini elde etti.

Sessizce lig şampiyonluğuna

18 yıldan sonra ilk kez lig şampiyonu olmaları ve 1993’teki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğundan beri ilk kez bir kupa kazanmaları, Marsilya’nın başkan ve teknik direktör değişikliğinde çok başarılı olduğunu gösteriyor. Deschamps sezon boyunca takımını yavaşça şekillendirdi ve önündeki rakipleri devrilirken lig şampiyonluğuna doğru sessizce sokuldu. Marsilya’nın olağanüstü bir sezon geçirmesine rağmen, unutulmamalı ki Lyon, Auxerre ve özellikle Bordeaux bahar mevsiminde formlarının dibine düştüler. Ligin ilk yarısında zirvede olan Bordeaux taş gibi düştü ve ligi altıncılıkla bitirdi. Marsilya gücünü gösterdi ve hem lig şampiyonluğunu hem de Lig Kupası’nı kazanmak için ivmesini bahar mevsimi boyunca arttırdı.

Kadro derinliğinde yeteri kadar güçlüler mi?

Şampiyon olması ile birlikte, Marsilya otomatik olarak Şampiyonlar Ligi’nde oynamaya hak kazandı. Ama hem ligde hem de Avrupa’da oynamak, en güçlü takımları bile etkileyen bir mücadele. Bu nedenle Marsilya’nın iki cephede birden mücade etmekte ne kadar başarılı olacağını görmek heyecan verecek. Geçen sezon Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline ulaşan Bordeaux, Avrupa’daki arzusunun sonucu olarak ligde tökezledi. Ama Lyon yarı finale ulaşmayı başardı (Bayern Münih, aşılması çok güç bir rakipti) ve son dokuz lig maçında yenilmedi. Ligue 1’de ikinci olmaları, Avrupa’daki başarılarından aldıkları gücün kanıtıydı. Asıl soru, Marsilya’nın bahsettiğimiz takımlardan hangisinin yolunu takip edeceği. Marsilya son birkaç senedir Şampiyonlar Ligi’nde oynamaya alışkın, ama grup aşamasını geçmekte zorlandı. Hem bunu yapmak hem de Fransa’da başarılı olmak için kadro derinliğinde daha güçlü olmaya ihtiyaçları var. Bu yazı yazılırken, 7 milyon € karşılığında Osasuna’dan yetenekli ve gelecek vaat eden sağ bek César Azpilicueta ile sözleşme imzaladılar. Ama Marsilya hem ligde hem de Avrupa’da ilerlemek istiyorsa aynı kalibrede daha fazla oyuncuya ihtiyaçları var. Yaz sonunda kaptanları ve geçen sezonun gol kralı Mamadou Niang’ı 8 milyon € karşılığında Fenerbahçe’ye sattılar. İki forvet Fernando Morientes (kulübü yok) ve Bakari Koné (Lekhwiya Sports) ayrıldı, Deschamps’ın hücumda değişiklik yapmak istediği söyleniyor. Kulüp Ağustos’un ortasında Fransız forvetler Loïc Rémy (Nice) ve André-Pierre Gignac (Toulouse) ile sözleşme imzaladı. Gelecek sezon gol yolları bu ikiliden sorulacak.

Ligdeki bütün takımların hedefinde

Güney Fransalı devlerin çekinecek bir şeyleri olmasa da bu sezon onlar için kolay olmayacak. Avrupa mücadelesinin yanında, Marsilya herkesin yenmek istediği bir takım olacak. İçinde bulunulması kolay olmayan bir pozisyon. İsterseniz Bordeaux’ya sorun. Lyon inanılmaz biçimde art arda yedi kez şampiyon oldu, ama Marsilya’nın bunu başarması imkânsız gibi. Bunun sebebi Fransız liginin aşırı zor olması. Lyon ve Bordeaux’nun yanında Lille, Auxerre, Monaco, PSG (eğer her şey yolunda giderse) ve Toulouse gibi takımların hepsi ligin zirvesinde mücadele edebilir (geçen sene başarılı olan Montpellier’den özür dileriz).
En azından, Marsilya bir fiyasko olarak görülmekten kurtuldu ve bu sezon lige ve Avrupa mücadelesine umutla başlıyor. Klübün kendine şampiyon demesinin üzerinden uzun zaman geçmişti. Marsilya, projelerinde başarılı olmak için her türlü fırsata sahip. Geçen sezon başkanlarını ve teknik direktörlerini değiştirmelerinde olduğu gibi, başarılı hamlelere devam etmek zorunda.

Olimpik Marsilya

Adres: 25 rue Negresko, BP 124, 13267 Marseilles Cedex 08, Fransa
Web sitesi: www.om.net
Stadyum: Stade Vélodrome (60,031 kişilik)
Teknik direktör: Didier Deschamps
Son sezondaki derecesi: 1’incilik

Başarıları
Lig şampiyonluğu: 9 (1937, 1948, 1971, 1972, 1989, 1990, 1991, 1992, 2010)
Fransa Kupası galibiyeti: 10 (1924, 1926, 1927, 1935, 1938, 1943, 1969, 1972, 1976, 1989)
Lig Kupası galibiyeti: 1 (2010)
Avrupa Kupası galibiyeti: 1 (1993)

Takım analizi

Gelen oyuncular:
César Azpilicueta – Osasuna

Giden oyuncular:
Fernando Morientes – Sözleşmesi yenilenmedi
Mohamed Dennoun – Aviron Bayonnais
Cyril Rool - Sözleşmesi yenilenmedi
Laurent Bonnart - Sözleşmesi yenilenmedi
Mamadou Niang – Fenerbahçe
Garry Bocaly – Montpellier
Bakari Koné – Lekhwiya Sports Club

Güçlü  bir defans bütün takımı taşır
Ama şampiyon kadroya bakılınca iyi kalitede pek çok oyuncu görülüyor. Kalede Fransa milli takımının ikinci tercihi Steve Mandanda bulunuyor ki  Lyon’lu Hugo Lloris ile Les Blues (Maviler)’in birinci kalecisi olmak için sıkı bir rekabet içinde. Souleymane Diawara, Gabriel Ivan Heinze ve Stéphane M’Bia gibi kilit oyuncularla defans aşırı güçlü. Eğer sert şutlar atan Nijeryalı Taye Taiwo’yu da sola koyarsanız Marsilya’nın güvenilir, güçlü bir defansa sahip olduğunu görürsünüz. Orta sahanın ortasında Marsilya’nın kaybetmeyi göze alamayacağı ikili, Lucho González ve Benoît Cheyrou yer alıyor. Onlara eşlik edenler, hücumda yaratıcı özellikleri olan Mathieu Valbuena ve umut vaat eden genç Ganalı André Ayew. İleri uçta hâlâ Brezilyalı Brandão var. Bu sezon ispatlaması gereken bir şeyler olan az sayıdaki oyuncudan biri. Ağustos’un ortasında, geçen sezon Nice için 14 lig golü atan, 23 yaşındaki Fransız Loic Rémy ve 2008-09’da Toulouse için 24 gol atarak gol kralı olan, son Dünya Kupası’nda skandal yaratan Fransa milli takımında yer alan 25 yaşındaki André-Pierre Gignac transfer edildi.

Droit Au But

Bu, kulübün armasının altında da görülebilen resmi slogan. Anlamı “Doğrudan gole”. Kulübün armasının üzerinde yer alan yıldız, 1993’te kazandıkları  Şampiyonlar Ligi zaferini temsil ediyor.

5 eski efsane

Gunnar Andersson 1950-1958

Bu efsanevi İsveçli, kulübün gelmiş  geçmiş en popüler oyunculardan biri. Fransa birinci liginde 220 maçta 169 gol (bir kulüp rekoru) attı , 1952 ve 1953’te gol kralı oldu. Andersson 1969’da, henüz 41 yaşındayken vefat etti.

Josip Skoblar 1969-1975

Yugoslav Skoblar, 1970-71 sezonunda attığı 44 gol ile Fransa birinci liginde kırılması çok güç bir rekora imza attı. Skoblar, Marsilya için toplamda 159 maçta 138 gol attı ve taraftar ona basit biçimde “Monsieur Goal” (Bay Gol) lakabını verdi.

Jean-Pierre Papin 1986-1992

Papin, Marsilya’da büyük başarıya ulaştı ve beş sene boyunca gol kralı oldu (1988-92). 1991’de, Ballon d’or ödülünü kazanan ilk Fransa kökenli oyuncu oldu. 1992’de, o dönem bir oyuncuya ödenen en yüksek transfer bedeli ile Milan’a gitti.

Didier Deschamps 1989-1990 & 1991-1994

1993’te 24 yaşında olan Deschamps, takımını Şampiyonlar Ligi zaferine taşıyan en genç  kaptan oldu ve bu rekor hâlâ kırılamadı. Marsilya’nın  şu anki teknik direktörü, oyuncu olarak iki kez Fransa şampiyonu oldu (1990 ve 1992).

Fabien Barthez 1992-1995 & 2004-2006

Barthez’in Marsilya’da kült bir statüsü var. Bunun sebebi özellikle 1993’te Şampiyonlar Ligi finalinde Milan karşısında gösterdiği performans, ama ayrıca 1994’teki şike skandalından sonra Marsilya’nın küme düşürülmesinin ardından ikinci ligde oynamaya devam etmesi.