19 Aralık 2010 Pazar

O Bir Efsane: Rafael van der Vaart

Artık Söz Onda: Rafael van der Vaart

İngiltere’de transfer döneminin kapanmasına iki saat kala Tottenham Hotspur
Hollandalı orta saha oyuncusu van der Vaart’ı transfer etmeyi başardı. Göreceli
sessiz geçen bir ‘transfer son günü’nün en fazla göze batan transferiydi bu.
Doğrusunu söylemek gerekirse Tottenham taraftarları da van der Vaart transferi
sonucunda hayli heyecanlandılar. Özellikle de Hollandalı oyuncu ilk resmi
demecinde ‘Buraya Tottenham’ın Arsenal’i geride bırakmasına yardımcı olmaya
geldim’ demesiyle…

Bora İşyar

Van der Vaart Ajax’ın meşhur genç akademisinden geliyor. Hatta Ajax A takımına
John Heitinga ve Wesley Sneijder ile birlikte çıkmışlar. Ajax’ta oynadığı yıllarda, en
azından Hollanda Ligi’nde, yeteneği ve gol becerisi ile göze batmaya başladı. O yıllarda
Hollanda’nın geleceğinin Sneijder ve van der Vaart etrafında kurulacağı ve bu isimlerin
tecrübe kazandıktan sonra Avrupa futboluna damga vuracakları söyleniyordu. Van der
Vaart’ın tek eksiği sık sakatlanması olarak görülüyordu ki sakatlıklar van der Vaart’ın
kariyerine negatif etki yapan bir unsur olarak kaldılar.

Van der Vaart’ın futbol hayatının tümünü Ajax’ta geçirmeyeceği kesindi. Fakat 2005
yılında başta Cruyff olma üzere tüm futbol otoritelerini şaşırtan şey yıldız oyuncunun
Hamburg’a transfer olmasıydı. Van der Vaart’ı yakından takip eden herkes dünyanın
sayılı kulüplerinden birisine gitmesini beklerken, Hollandalı oyuncu Almanya’nın
yolunu tuttu. Bunun bir nedeni van der Vaart’ın bir an önce Hollanda’dan ve Ajax’tan
ayrılma isteğiydi. Den Haag ile oynanan bir maçta nişanlısı hakkında maç boyunca
yapılan tezahüratlar van der Vaart’ın ne olursa olsun Hollanda’dan ayrılmak istemesine
yol açtı. Fakat 5 yıl boyunca sakatlıklar yüzünde bir sezonda ortalama 23 maçta forma
giyebilen van der Vaart için Avrupa’nın elit klupleri riske girmek istemediler.

van der Vaart, Hamburg’da forma giydiği sürece başarılı bir performans sergiledi.
Ancak sakatlıklar oyuncunun sık sık takımda yer alamamasına ve düzenli bir form
grafiği oturtamamasına yol açıyordu. Yine de 2008 yılının ilk aylarında Valencia,
Chelsea, Atletico Madrid ve Juventus yıldız oyuncu için resmi teklifte bulundular.
Ancak bu gruba daha sonradan katılan Real Madrid 13 milyon Avro karşılığında yıldız
oyuncuyu Barnebau’ya gelmeye ikna etti.

Ne yazık ki Real Madrid tecrübesi de van der Vaart’ın istediği gibi gitmedi. Hem Juande
Ramos hem de Manuel Pellegrini futbolcuyu rotasyonda veya maçların ikinci yarılarında
kullandılar ve van der Vaart bir türlü takımın yıldızı haline gelmeyi başaramadı.
Takımın başına Jose Mourinho’nun gelişi ve 2010 Dünya Kupası’nda yıldızı parlayan
Sami Khedira ve Mesut Özil’in kadroya katılması van der Vaart için bir kez daha transfer
zamanının geldiğini gösteriyordu. Her ne kadar Portekizli teknik adam Hollandalı
yıldızın takımda kalmasını istediğini söylese de basında Liverpool’un van der Vaart’ı
istediği yazılılyordu. Roy Hodgson van der Vaart’ı beğendiğini ancak ihtiyacı olmadığını
söyleyince Harry Redknapp araya girdi ve Avrupa’da 10 yıl öncesinin en büyük yıldız
adayını 8 milyon Avro karşılığında White Hart Lane’e gelmeye ikna etti.

Peki van der Vaart Tottenham’da başarılı olabilir mi? Van der Vaart başarısının önünde
üç muhtemel engel var.

Tottenham’ın Orta Sahası: Tottenham’ın orta sahasında Huddlestone, Kranjcar,
Modric, Lennon, Jenas ve Bentley gibi isimler mevcut. Bu van der Vaart’ın (eğer
sakatlıklar olmazsa) sevdiği bölge olan forvet arkasında değil sol kanada yakın
oynamasına sebep olabilir. Hollandalı ismin Premiership’te kanatlara yakın
oynayabilecek yeteneklere sahip olup olduğundan emin değilim. Bu isimler arasında
istediği yeri bulmak için van der Vaart’ın çok çalışması ve istikrarlı bir performans
göstermesi gerekecek. Ancak, eğer formunu tutturabilirse bu isimlerin yanında van
der Vaart takımın hucümda lideri olacak ve ekibinin ilk 4’e girme ihtimalini hayli
artıracaktır.

Sakatlıklar: Hollanda, Almanya ve İspanya gibi futbolun çok da sert oynanmadığı
liglerde bile sakatlıklarlardan bir türlü kurtulamayan van der Vaart’ı İngiltere’de çok
daha fiziksel bir oyun bekliyor. Oyuncunun başarılı olması için biraz da şansa ihtiyacı
var; eğer ilk sezonunda ciddi bir sakatlık geçirmezse Premiership futboluna alışıp,
fiziksel olarak güçlenebilir ve sonunda düzenli oynamaya başlayabilir.

İngiltere’de Futbol Basını: van der Vaart kariyeri boyunca defalarca ‘Ben ve eşim
Beckham çifti değiliz ve hayatamızı herkesin gözü önünde yaşamak istemiyoruz’ dese
de gittiği her ülkede basının ilgisi sürekli bu çiftin üstünde oldu ve yıldız oyuncu bunun
kendi performansını negatif yönde etkilediğini defalarca söyledi. Ne yazık ki İngiltere’de
bu ilgi sadece artacak ve şüphesiz van der Vaart’a daha da fazla rahatsızlık verecek.
(Rooney, Terry ve A. Cole örneklerinde olduğu gibi.) van der Vaart’ın bu gerçekle
yüzleşmesi ve bunu değişteremeyeceğini kabul etmesi şart.

van der Vaart’ın başarısı için en önemli etken ise kendini gösterme hırsı. Hollandalı
oyuncu dünya futbol kamuoyuna kendisinden beklenilenleri gerçekleştirebilecek
yetenekte bir isim olduğunu göstermek istiyor. Tottenham onun son şansı olabilir.
Premiership’in izlenme oranlarını ve Tottenham’ın Şampiyonlar Ligi’nde yer aldığını
düşünürsek bunun ne kadar büyük bir şans olduğunu anlayabiliriz.

Künye

Adı: Rafael Ferdinand van der Vaart
Doğum Yeri ve Tarihi: 11 Şubat 1983, Heemskerk, Hollanda
Boyu: 1.78 m.
Klubü: Tottenham Hotspur
Mevki: Orta Saha
Forma Numarası: 11
Başarıları: Hollanda Şampiyonluğu (2002 & 2004 – Ajax)
KNVB Kupası (2002 – Ajax)
UEFA Intertoto Kupası (2005 – Hamburg)

Kulüp Kariyeri

2000 – 2005 Ajax (117 Maç – 52 Gol)
2005 – 2008 Hamburg (74 Maç – 29 Gol)
2008 – 2010 Real Madrid (58 Maç – 11 Gol)
2010 – Tottenham Hotspur (2 Maç – 1 Gol)

Milli Takım Kariyeri

2001 – Hollanda (85 Maç – 16 Gol)

Neler Söylediler?

Harry Redknapp: ‘Modric ve van der Vaart’ı birarada oynarken izlemek için
sabırsızlanıyorum. Hem onların hem de benim açımdan çok zevkli bir tecrübe olacağına
şüphem yok.’


Berndt Schuster: ‘Ronaldo şu anda dünyanın en iyi oyuncusu. Eğer Ronaldo’yu satın
alamıyorsanız, alabileceğiniz en iyi oyuncu van der Vaart’tır.’

Johann Cruyff: ‘Van der Vaart kalitesinde bir oyuncunun Hamburg’da ne işi var
anlamıyorum.’

Peter Crouch: ‘Rafael çok üst düzey bir oyuncu. Savunmadaki en küçük boşlukları
bile rahatlıkla görüp forvetleri pozisyona sokabiliyor. O sıfırdan gol yaratabilecek bir
oyuncu.’



13 Aralık 2010 Pazartesi

Okurun Kalemi: Timsahlar Şehri


Timsahlar Şehri – Bursaspor’un Avrupa Macerası

Geçtiğimiz sezon bütün tabuları yıkan ve ezberleri bozan Bursaspor için bu sezon aynı şeyleri söylemek çok zor. 51 senelik Süper Lig’de 6 sezon şampiyon olmuş Trabzonspor dışında Anadolu’dan bir şampiyon çıkması gerçekten özel bir başarı. Fakat Şampiyonlar Ligi’ni bir puan ile bitirdikleri Rangers maçından sonra, Bursa’nın geçen sezon ortaya koyduğu performansın üstüne koyamadığını görüyoruz. Bunun nedenlerini madde madde değerlendirelim:

Sezon Öncesi Planlama ve Transferler:

Öncelikle Ertuğrul hocanın ülkemizin yetiştirdiği en önemli yerli teknik direktörler arasında olduğunu ve ilerleyen senelerde çok daha önemli yerlere gideceğini belirtmek isterim. Bursaspor Trabzonspor ile birlikte ligimizde 90 dakika oyun disiplininden düşmeyen iki takımdan biri. Geçen sene kazandıkları şampiyonluktaki en önemli iki unsur takım kimyalarının mükemmele yakın oluşu ve fizik güçlerinin 90 dakikaya yetmesiydi.

Her şampiyon takımın “omurgası” ve “yıldızı” vardır. Barcelona’yı örnek alırsak takımın omurgasını Puyol – Xavi – İniesta oluştururken yıldızları hiç şüphesiz Messi’dir. Bursaspor’un geçen seneki şampiyonluğunda omurgasını Ömer Erdoğan – Ergiç – Ozan İpek – Ali Tandoğan oluştururken yıldızları Volkan Şen ile Sercan Yıldırım’dı. Bir takımın omurgasını oluşturan futbolcuları satmaması istikrar açısından çok önemlidir. Fakat mevcut başarıdan daha fazlası için belirlenen hedefe taşıyacak yıldızlara ihtiyacı vardır. Bursaspor’un sezon öncesi planlamasında yaptığı en büyük yanlış Volkan Şen ve Sercan Yıldırım’dan en azından bir tanesini satıp, kazanılan para ile Avrupa deneyimi olan ve takımı ileriye taşıyabilecek bir oyuncu alamamasıdır. Yazın 15 milyonlara kadar çıkan transfer teklifleri konuşuluyordu bu iki oyuncu için. Konuşulan miktarların doğru ya da abartı olduğu tartışılabilir. Fakat şu durumda bu oyuncuları yazın önerilen tekliflerin yarısına satabilirlerse büyük başarı anlamına gelir.

Bursaspor’un transferde ikinci önemli yanlışı omurgasını oluşturan oyuncuların alternatiflerini yaratamayışıdır. Bursaspor’un sezona çok iyi bir başlangıç yaptıktan sonra, son iki aydır aşağıya doğru giden performans çizgisinin en önemli iki nedeni Ömer Erdoğan’ın form düşüklüğü ve Ali Tandoğan’ın sakatlığıdır. Bunlara Ozan İpek’in ve yabancıların form düşüklüğü eklendiğinde, ligde ikinci sırada yerlerini korumalarını hala bozulmayan takım kimyasına borçlu olduklarını söyleyebiliriz. Yazın transfer edilen Stepanov, İnsua ve Nunez şu ana kadar takıma alışamadıklarını ve bir çok maçta yarardan çok zarar verdiklerini görüyoruz.

Sercan Yıldırım Israrı

Sercan Yıldırım’ın bu sezonki hali Guiza’yı aratmıyor desek abartmış olmayız sanırım. Bazı yeneteklerinin 10 üzerinden 10, bazı yeteneklerinin 10 üzerinden 1 olduğu bir sezon geçiriyor. Ertuğrul hoca en sonunda Rangers maçında Sercan’ı sağ açık pozisyonunda oynatarak iyi taraflarını verimli kullanmayı başardı. Sercan top hakimiyeti iyi, hızlı ve çabuk bir oyuncu. Bu yetenekleri sayesinde kolaylıkla pozisyonlara girip, çok kötü olan son vuruşlarından dolayı cömertçe harcıyor. Ertuğrul hoca Rangers maçında Sercan’ı sağ açık pozisyonunda oynatarak rakip karşısında bir çok pozisyon buldu ve nitekim Avrupa’daki ilk puanını Sercan’ın golüyle buldu. Sercan için bu alternatif sistem malesef çok geç uygulanmıştır. Marsilya’da oynarken Niang son vuruşlarında etkisiz olduğundan, açık pozisyonunda oynayıp hem kendi güvenini kazanmıştı hem de takıma ciddi anlamda katkı sağlamıştı. Geçen sezon Guiza’nın sağ açık pozisyonunda daha verimli olacağı ve bu pozisyonda İspanya milli takımına büyük katkılar sağladığını söyleyebiliriz. Günümüz futbolunda sabit pozisyonlar yerine “mobil forvet” ve “mobil defans” sistemleri en fazla başarıyı sağlıyor. Ülkemizde alternatif sistemlerin daha fazla uygulandığı ve gerektiği zamanlarda risk alındığı takdirde futbolumuza katkı sağlayacağı bir gerçek.

Korku Faktörü

Bursaspor Avrupa’da oynadığı tüm maçlarda geriye düştü. Son oynanan Rangers maçı dışında bütün maçlarda geriye düştükleri anda ciddi anlamda takım disiplininden koptuklarını ve acemi pas hataları yaptıklarını gördük. Özellikle Manchester United ve Valencia maçlarının belirli bölümlerinde halı saha maçlarında gördüğümüz oyun disiplininden çok daha düşük bir oyuna şahit olduk. Korkunun ecele faydasının olmadığını rakiplerinin üstlerine gidip baskı kurduklarında etkili olabileceklerini gösterdiler.

Rangers maçına bakarsak geriye düştükten sonra berabereyken oynadıkları oyundan çok daha iyisini oynadıklarını ve rakibe belirli zamanlarda nefes aldırmadıklarını gördük. Kendi sahasında artık hiç bir iddiası olmayan bir Bursaspor’un geriye düşmesine rağmen bu kadar etkili oynamasından, oyuncular üzerindeki baskının ne kadar önemli bir faktör olduğunu görebiliriz. Süper Lig’de oynadıkları bir çok karşılaşmada geriye düşmelerine rağmen, ikinci yarılarda kalelerinde sadece bir gol görerek ne kadar oyun disiplininden kopmadıklarını ve en azından bir puan için herşeyi yaptıklarını görüyoruz. İlerleyen senelerde Ertuğrul hocanın kazanılan deneyimini kullanarak takımını Avrupa’ya daha iyi hazırlaması gerekiyor.

Cem Kırgız

*Sizde yazınızı bu adreste yayınlamak isterseniz bize ulaşın!

11 Aralık 2010 Cumartesi

İnişler ve Çıkışlar: Marsilya


“Deschamps sezon boyunca takımını yavaşça şekillendirdi ve önündeki rakipleri devrilirken lig şampiyonluğuna doğru sessizce sokuldu”

“Hem ligde hem de Avrupa’da oynamak, en güçlü takımları bile etkileyen bir mücadele”

“Marsilya bir fiyasko olarak görülmekten kurtuldu ve bu sezon lige ve Avrupa mücadelesine umutla başlıyor”

Olimpik Marsilya
Büyük mücadelelerle şampiyon

Marsilya geçen bahar, neredeyse yirmi yıldır ilk şampiyonluğunu kazandı. Güney Fransa limanının sokakları, uzun bir bekleyişin -Marsilya çapındaki bir kulüp için aşırı  uzun bir bekleyişin- sona ermesini kutlayan neşeli ve kendinden geçmiş  taraftarlarla doldu.

Yazan: Leonard Jägerskiöld-Nilsson

18 yıldan sonra tekrar şampiyonlar bu, her sene sürekli gelişim gösterdikleri uzun bir yeniden yapılanma sürecinin sonucu mu? Aslında, sadece bir yaz mevsiminin, Marsilya’nın çok beklenen şampiyonluk avında belirleyici olması gayet ironik.

2009 yazında, eski spor gazetecisi Pape Diouf, dört yıldır Marsilya’nın başkanlığını yürütüyordu. Sorumlu kişi olarak klübü çeşitli başarılara ulaştırdı. Diouf yönetiminde kupa kazanamadılar, ama iki kez lig ikincisi (2007 ve 2009), iki kez de Fransa Kupası finaline çıkarak (2006 ve 2007) doğru yolda olduklarını gösterdiler. Ama Marsilya gibi bir kulüp için bu yeterli değildi. Bu nedenle kulübün sahibi Robert Louis-Dreyfus ve yönetim kurulu, 17 Haziran 2009’da Diouf ile yollarını ayırdı. Yerine, Diouf gibi gazetecilik geçmişine sahip ve neredeyse 70 yaşındaki Jean-Claude Dassier getirildi. Kulübün sahibi uzun süredir Dassier’in Marsilya başkanı olması için propaganda yapıyordu ve nihayet muradına erdi. Ne yazık ki, Dreyfus bundan iki hafta sonra (4 Temmuz), 63 yaşında vefat etti. Kulübün başkanını değiştirmek, Dreyfus’un kulüpteki son icraati oldu. Ligue 1’i tekrar kazanma hedefini başarmak için Marsilya’nın açıkça ihtiyacı olan iki değişiklikten biri buydu.

Beklenmedik teknik direktör değişikliği taraftarı endişelendirdi

Dassier’in kulübün başkanlığına atanmasıyla aynı zamanda teknik direktörlük pozisyonunda da bir değişiklik oldu, ama bu Marsilya’nın isteği değildi. Başarılı  Belçikalı teknik direktör Éric Gerets, Marsilya’dan bıkıp Suudilerin dev takımlarından Al-Hilal’a gitti. Geçen sezonu ikinci bitirmelerinin asıl sebebinin ayrılması, elbette ki taraftarı endişelendirdi. Ama Gerets’in boşluğu uzun sürmedi. Yerine gelen isim eski Marsilya oyuncusu Didier Deschamps’tı. Eski milli takım kahramanı, 2007’de Juventus’tan ayrıldığından beri teknik direktörlük yapmamıştı. Marsilya’yı uzun zamandır bekledikleri şampiyonluğa ulaştırmak için doğru bir isim miydi? Deschamps, Gerets’in biçimlendirdiği bir takımı miras aldı ve ihtiyaç duyulan tek şey, takımda direkt oynayabilecek yüksek kalitede birkaç oyuncuydu. Lucho González (Porto), Souleymane Diawara (Bordeaux), Gabriel Ivan Heinze (Real Madrid) ve Stéphane M’Bia (Rennes) gibi oyuncuların imza atmasıyla Deschamps elbette ki istediğini elde etti.

Sessizce lig şampiyonluğuna

18 yıldan sonra ilk kez lig şampiyonu olmaları ve 1993’teki Şampiyonlar Ligi şampiyonluğundan beri ilk kez bir kupa kazanmaları, Marsilya’nın başkan ve teknik direktör değişikliğinde çok başarılı olduğunu gösteriyor. Deschamps sezon boyunca takımını yavaşça şekillendirdi ve önündeki rakipleri devrilirken lig şampiyonluğuna doğru sessizce sokuldu. Marsilya’nın olağanüstü bir sezon geçirmesine rağmen, unutulmamalı ki Lyon, Auxerre ve özellikle Bordeaux bahar mevsiminde formlarının dibine düştüler. Ligin ilk yarısında zirvede olan Bordeaux taş gibi düştü ve ligi altıncılıkla bitirdi. Marsilya gücünü gösterdi ve hem lig şampiyonluğunu hem de Lig Kupası’nı kazanmak için ivmesini bahar mevsimi boyunca arttırdı.

Kadro derinliğinde yeteri kadar güçlüler mi?

Şampiyon olması ile birlikte, Marsilya otomatik olarak Şampiyonlar Ligi’nde oynamaya hak kazandı. Ama hem ligde hem de Avrupa’da oynamak, en güçlü takımları bile etkileyen bir mücadele. Bu nedenle Marsilya’nın iki cephede birden mücade etmekte ne kadar başarılı olacağını görmek heyecan verecek. Geçen sezon Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline ulaşan Bordeaux, Avrupa’daki arzusunun sonucu olarak ligde tökezledi. Ama Lyon yarı finale ulaşmayı başardı (Bayern Münih, aşılması çok güç bir rakipti) ve son dokuz lig maçında yenilmedi. Ligue 1’de ikinci olmaları, Avrupa’daki başarılarından aldıkları gücün kanıtıydı. Asıl soru, Marsilya’nın bahsettiğimiz takımlardan hangisinin yolunu takip edeceği. Marsilya son birkaç senedir Şampiyonlar Ligi’nde oynamaya alışkın, ama grup aşamasını geçmekte zorlandı. Hem bunu yapmak hem de Fransa’da başarılı olmak için kadro derinliğinde daha güçlü olmaya ihtiyaçları var. Bu yazı yazılırken, 7 milyon € karşılığında Osasuna’dan yetenekli ve gelecek vaat eden sağ bek César Azpilicueta ile sözleşme imzaladılar. Ama Marsilya hem ligde hem de Avrupa’da ilerlemek istiyorsa aynı kalibrede daha fazla oyuncuya ihtiyaçları var. Yaz sonunda kaptanları ve geçen sezonun gol kralı Mamadou Niang’ı 8 milyon € karşılığında Fenerbahçe’ye sattılar. İki forvet Fernando Morientes (kulübü yok) ve Bakari Koné (Lekhwiya Sports) ayrıldı, Deschamps’ın hücumda değişiklik yapmak istediği söyleniyor. Kulüp Ağustos’un ortasında Fransız forvetler Loïc Rémy (Nice) ve André-Pierre Gignac (Toulouse) ile sözleşme imzaladı. Gelecek sezon gol yolları bu ikiliden sorulacak.

Ligdeki bütün takımların hedefinde

Güney Fransalı devlerin çekinecek bir şeyleri olmasa da bu sezon onlar için kolay olmayacak. Avrupa mücadelesinin yanında, Marsilya herkesin yenmek istediği bir takım olacak. İçinde bulunulması kolay olmayan bir pozisyon. İsterseniz Bordeaux’ya sorun. Lyon inanılmaz biçimde art arda yedi kez şampiyon oldu, ama Marsilya’nın bunu başarması imkânsız gibi. Bunun sebebi Fransız liginin aşırı zor olması. Lyon ve Bordeaux’nun yanında Lille, Auxerre, Monaco, PSG (eğer her şey yolunda giderse) ve Toulouse gibi takımların hepsi ligin zirvesinde mücadele edebilir (geçen sene başarılı olan Montpellier’den özür dileriz).
En azından, Marsilya bir fiyasko olarak görülmekten kurtuldu ve bu sezon lige ve Avrupa mücadelesine umutla başlıyor. Klübün kendine şampiyon demesinin üzerinden uzun zaman geçmişti. Marsilya, projelerinde başarılı olmak için her türlü fırsata sahip. Geçen sezon başkanlarını ve teknik direktörlerini değiştirmelerinde olduğu gibi, başarılı hamlelere devam etmek zorunda.

Olimpik Marsilya

Adres: 25 rue Negresko, BP 124, 13267 Marseilles Cedex 08, Fransa
Web sitesi: www.om.net
Stadyum: Stade Vélodrome (60,031 kişilik)
Teknik direktör: Didier Deschamps
Son sezondaki derecesi: 1’incilik

Başarıları
Lig şampiyonluğu: 9 (1937, 1948, 1971, 1972, 1989, 1990, 1991, 1992, 2010)
Fransa Kupası galibiyeti: 10 (1924, 1926, 1927, 1935, 1938, 1943, 1969, 1972, 1976, 1989)
Lig Kupası galibiyeti: 1 (2010)
Avrupa Kupası galibiyeti: 1 (1993)

Takım analizi

Gelen oyuncular:
César Azpilicueta – Osasuna

Giden oyuncular:
Fernando Morientes – Sözleşmesi yenilenmedi
Mohamed Dennoun – Aviron Bayonnais
Cyril Rool - Sözleşmesi yenilenmedi
Laurent Bonnart - Sözleşmesi yenilenmedi
Mamadou Niang – Fenerbahçe
Garry Bocaly – Montpellier
Bakari Koné – Lekhwiya Sports Club

Güçlü  bir defans bütün takımı taşır
Ama şampiyon kadroya bakılınca iyi kalitede pek çok oyuncu görülüyor. Kalede Fransa milli takımının ikinci tercihi Steve Mandanda bulunuyor ki  Lyon’lu Hugo Lloris ile Les Blues (Maviler)’in birinci kalecisi olmak için sıkı bir rekabet içinde. Souleymane Diawara, Gabriel Ivan Heinze ve Stéphane M’Bia gibi kilit oyuncularla defans aşırı güçlü. Eğer sert şutlar atan Nijeryalı Taye Taiwo’yu da sola koyarsanız Marsilya’nın güvenilir, güçlü bir defansa sahip olduğunu görürsünüz. Orta sahanın ortasında Marsilya’nın kaybetmeyi göze alamayacağı ikili, Lucho González ve Benoît Cheyrou yer alıyor. Onlara eşlik edenler, hücumda yaratıcı özellikleri olan Mathieu Valbuena ve umut vaat eden genç Ganalı André Ayew. İleri uçta hâlâ Brezilyalı Brandão var. Bu sezon ispatlaması gereken bir şeyler olan az sayıdaki oyuncudan biri. Ağustos’un ortasında, geçen sezon Nice için 14 lig golü atan, 23 yaşındaki Fransız Loic Rémy ve 2008-09’da Toulouse için 24 gol atarak gol kralı olan, son Dünya Kupası’nda skandal yaratan Fransa milli takımında yer alan 25 yaşındaki André-Pierre Gignac transfer edildi.

Droit Au But

Bu, kulübün armasının altında da görülebilen resmi slogan. Anlamı “Doğrudan gole”. Kulübün armasının üzerinde yer alan yıldız, 1993’te kazandıkları  Şampiyonlar Ligi zaferini temsil ediyor.

5 eski efsane

Gunnar Andersson 1950-1958

Bu efsanevi İsveçli, kulübün gelmiş  geçmiş en popüler oyunculardan biri. Fransa birinci liginde 220 maçta 169 gol (bir kulüp rekoru) attı , 1952 ve 1953’te gol kralı oldu. Andersson 1969’da, henüz 41 yaşındayken vefat etti.

Josip Skoblar 1969-1975

Yugoslav Skoblar, 1970-71 sezonunda attığı 44 gol ile Fransa birinci liginde kırılması çok güç bir rekora imza attı. Skoblar, Marsilya için toplamda 159 maçta 138 gol attı ve taraftar ona basit biçimde “Monsieur Goal” (Bay Gol) lakabını verdi.

Jean-Pierre Papin 1986-1992

Papin, Marsilya’da büyük başarıya ulaştı ve beş sene boyunca gol kralı oldu (1988-92). 1991’de, Ballon d’or ödülünü kazanan ilk Fransa kökenli oyuncu oldu. 1992’de, o dönem bir oyuncuya ödenen en yüksek transfer bedeli ile Milan’a gitti.

Didier Deschamps 1989-1990 & 1991-1994

1993’te 24 yaşında olan Deschamps, takımını Şampiyonlar Ligi zaferine taşıyan en genç  kaptan oldu ve bu rekor hâlâ kırılamadı. Marsilya’nın  şu anki teknik direktörü, oyuncu olarak iki kez Fransa şampiyonu oldu (1990 ve 1992).

Fabien Barthez 1992-1995 & 2004-2006

Barthez’in Marsilya’da kült bir statüsü var. Bunun sebebi özellikle 1993’te Şampiyonlar Ligi finalinde Milan karşısında gösterdiği performans, ama ayrıca 1994’teki şike skandalından sonra Marsilya’nın küme düşürülmesinin ardından ikinci ligde oynamaya devam etmesi.

9 Aralık 2010 Perşembe

Okurun Kalemi: Biz Hala Bakalım?

Onu tanımak için biraz geç kalmadık mı?
Bu zamana kadar asla futbolla ilgili profesyonel bir şey yapmadım. 

Sadece evimden ya da tribünden futbol maçı izledim, forumlarda arkadaşlarımla futbol muhabbetti ettim, televizyonda spor programları seyrettim ve Football Manager oynadım.

Evet sadece bunları yaptım.
En çok duyduğum cümle şuydu bu zamana kadar:

“Ne yaptın da bu kadar çok bilmiş konuşuyorsun ? “

Tek cevabım şu :

Yetmedi mi artık gördüğümüz örnekler? Sırf  ben, evet yukarıdaki o saydığım şeyleri yapan ben son 4 senedir Nuri Şahin'in ismini biliyordum. Bizim yöneticilerimiz ya da görevlilerimiz ne yapıyorlar Allah aşkına? Bu adam daha bir kaç maç öncesine kadar milli takıma alınmıyordu neredeyse.
Nasıl yapabiliyoruz bunları, nasıl göremiyoruz? Ha birde bu futbolcuları izlemekle görevli bu işten para kazanan insanlar var değil mi? Peh !

Hiç birine akıl sır erdiremiyorum. Bu işi profesyonel olarak yapan, bu işten para kazanan, bunun dışında başka işi olmayan adamlar var. Ama nedense hala aynı şeyleri yaşıyoruz. Bir futbolcuyu hep sonradan farkediyoruz. Ancak onunla ilgili bir patlama yaşandığında haberi oluyor herkesin.

Dortmund bu sene çıkış yapmasa merak ediyorum acaba Nuri bu kadar önemli olacak mıydı bizim için ? Maalesef en çok bağlantıda olduğumuz ülkedeki genç yeteneklerimizden bile bihaberiz.

Bu ülkedeki insanların Nuri Şahin adını öğrenmesi için değerinin illa 16 milyon Avro’ya mı çıkması lazım ? Yoksa, Almanya milli takımını seçip Real Madrid'e mi transfer olması lazım?

Hangisi ?

Boş verin biz hala bakakalalım.
Arkalarından konuşuruz  “bu Türk değil ama bak bu Türk” diye.

İsmail Bekar

*Bu yazı GOAL Dergisi Blog okuru İsmail Bekar tarafından gönderildi, bize de yayınlamak düştü. Kendisine teşekkür ediyoruz! Siz de yazılarınızı gönderin, bu adreste yayınlansın! E-posta adresimiz goaldergisiweb@gmail.com

8 Aralık 2010 Çarşamba

GOAL Dergisi'nden Mesaj

Merhaba,

Aralıkta çıkan GOAL dergisinin son sayımız olduğunu üzülerek bildirmek durumundayım. Aylardır zaten kapanması gündemde olan dergi hakkında, yeterince satmadığı ve yeterince ilanla desteklenemediği, kısacası kâr getirmediği için kapatılma kararı çıktı. Tek tesellimiz size zengin ve kaliteli içerikle dolu bir sayıyla veda ediyor olmamız.
Aralık sayısını okumanızı temenni ediyorum. Daha büyük temennim ise zor şartlarda futbol adına güzel şeyler yapmaya çalışan ve benim hiçbir zaman rakip olarak görmediğim FourFourTwo dergisinin uzun yıllar boyu yayınına devam etmesi. İnternet her ne kadar yoğun bir içeriğe sahip olsa da futbol dergisi okumak bir futbolsever için ayrı bir keyiftir çünkü. GOAL'ün gitmesiyle FourFourTwo bu misyonu tek başına üstlenecek. (Başka yayınlar varsa bilmediğim ve atladığım kusuruma bakmasınlar)

GOAL dergisi facebook sayfası ve blogu sizlerden talep olduğu takdirde devam edecektir.

Futbolsuz kalmamanız dileğiyle...

Ege GÖRGÜN
GOAL dergisi editörü

5 Aralık 2010 Pazar

O Bir Efsane: Cesc Fàbregas


İSPANYA’NIN PAYLAŞILAMAYAN GENÇ YILDIZI

DAİMA GENÇ: Cesc Fàbregas

Geride bıraktığımız transfer döneminin en büyük spekülasyonu, Arsenal’ın İspanyol
yıldızı Cesc Fàbregas’ın Barcelona’ya transfer olup olmayacağı oldu. Bir tarafta “ailem”
dediği Barcelona, bir tarafta “ikinci babam” dediği Wenger vardı. Cesc, Arsenal için forma
terletmeyi sürdürmeye karar verdi. İşte bu genç adamın ilginç portresi.

Yazar: Onur Yazıcıoğlu

Son yılların akıllara ziyan takımı Barcelona… Genç futbolcu fabrikası Arsenal… İşte bu
iki büyük kulübü aylardır karşı karşıya getiren isim, temmuz ayında İspanya formasıyla
Dünya Kupası’na uzanan oyunculardan Cesc Fàbregas oldu. Guardiola aylarca “istiyorum”
dedi, Wenger de “ne yaparsanız yapın vermiyorum” dedi. Sonunda İspanyol (ama aslında
Katalan) oyuncunun bu sezonu da Arsenal formasıyla geçireceği kesinleşti. Transferin
gerçekleşmeyeceğini sonunda kabullenen Pep Guardiola, Wenger’in onu bırakmamakta
haklı olduğunu yaptığı basın açıklamasında şu sözlerle anlattı: “Arsenal'i ve Arsene Wenger'ı
Fabregas'ı satmadıkları için anlayışla karşılıyorum. Umarım Cesc de Arsenal'de futbol
oynamaktan zevk almaya devam eder”

Tabii ki bu durum herhangi bir transfer kapışması değil. Küçük Cesc, daha dokuz aylık bir
bebekken, dedesinin omuzlarında Barcelona maçı izlemeye gitmiş, gerçek bir Barcelona
taraftarı. Barcelona’nın son iki transfer döneminde Fàbregas’a olan ilgisi de boşuna değil.
Geleneksel olarak Barcelona kulübü bünyesinde Barcelonalı oyuncuları bulundurmayı tercih
eder. Cesc de 1997-2003 yılları arasında futbol eğitimini Katalan temsilcisinin gençlik
akademisinde aldı. Barcelona’da forma giydiği yıllarda defansif orta saha görevi yapan
oyuncu, o bölgede oynayan birçok futbolcudan farklı özelliklere sahip olduğunu gösterdi.
Futbol topuyla olan ilişkisi daha futbola başladığı ilk yıllardan itibaren çok iyiydi. Gole
yakın bölgede oynamamasına rağmen oyundaki üretkenliği onun golcü özelliklerini önplana
çıkarıyordu. Barcelona altyapısında oynadığı dönemlerde, sezonluk gol sayısı hep 30
civarında oldu. Küçüklüğünden beri hayran olduğu oyuncu Pep Guardiola olduğu için, seçtiği forma numarası da 4 oldu.

Yani Fàbregas’ın Barcelona’ya transferinin gündeme gelmesi, herhangi bir parlak yıldızın
Katalan ekibine kazandırılması gibi bir durum değil. Genç yıldız, transfer söylentilerine son
nokta konmadan, yani bu sezon Arsenal’da kalması kesinleşmeden önce Mirror’a verdiği
demeçte “Arsene Wenger ikinci babam gibi ama Barcelona benim gerçek ailem” demişti.
Barcelona’nın son birkaç yılda edindiği “futbol tarihinin en iyi takımı” unvanını getiren
birçok oyuncu, Fàbregas’ın takım arkadaşı aslında. Sadece bu kadar da değil. Cesc’in kuzeni,
amcası, dedesi ve kendisi Barça’nın üyesi. Buradan yola çıkarak “bu sezon olmasa da eninde
sonunda Fàbregas’ın Barça’ya transferi gerçekleşecek” dersek büyük bir kehanette bulunmuş
sayılmayız.

HAYATI 2003’TE DEĞİŞTİ

Arsene Wenger’in genç yetenek avlamak konusundaki becerisi, Avrupa futbolunu takip
eden herkesin mâlumu. Birçok uluslararası gençlik turnuvasında forma giyme şansı olmuş
Fàbregas da Wenger’in takip alanına çoktan girmişti bile. 2003 yılına gelindiğinde Fàbregas,
Barcelona’da öne çıkma fırsatının olmadığını düşünmeye başlamıştı bile. Üstelik o yıl, FIFA
U17 Dünya Kupası’nda Cesc, İspanya formasıyla beş gol atmış ve turnuvanın en iyi oyuncusu
seçilmişti. İşte bu sırada Fransız teknik adamdan altın teklif geldi bile. Arsenal, henüz 16
yaşında olan bu genç adamı kadrosuna dahil etmek istedi ve bu transfer gerçekleşti.

Arsenal gibi büyük bir Premier League takımına henüz 16 yaşındayken transfer olmak,
birçok genç oyuncunun hayalidir muhakkak. Üstelik takımın patronu tüm stratejisini genç
oyunculara şans vermek üzerine kurmuşken, bu durum kaçmaz bir fırsat olarak kabul
edilebilir. Ancak 16 yaşında bir gencin gözünden baktığınızda iş tam tersine dönecektir. Dilini
bile bilmediğiniz bir ülkenin başkenti olan Londra’da ailenizden ve sevdiklerinizden uzak
bir hayatın tam ortasında kendinizi bulduğunuzu varsayın. İşte Fàbregas’ın başına gelen tam
olarak bu oldu. Fakat Cesc’in en büyük şansı, kendiyle aynı yıl takıma katılan Senderos oldu.
Senderos’un babası da bir İspanyol olduğu için Fàbregas’la son derece iyi anlaşıyorlardı.
Senderos hiç değilse Fàbregas’tan iki yaş daha büyüktü ve takımda kaldığı yedi yıl boyunca
Fabregas’ın en yakın arkdaşı oldu. 2010 Dünya Kupası’nda İspanya ve İsviçre aynı grupta
mücadele ederken Fabregas’ın Senderos’la ilgili yaptığı açıklama bu dostluğu son derece iyi
anlatıyor: “İsviçre’nin gruptan çıkmasını istiyorum çünkü ben Arsenal’a geldiğimde Senderos
bana ağabeylik yapmış ve takıma adapte olmamı sağlamıştı.”

ARSENAL TARİHİNİN EN GENÇ ……

Bu dönemde takımda Patrick Vieira ve Gilberto Silva gibi çok önemli oyuncular bulunduğu
için 16 yaşındaki Fàbregas için ilk 11 oyuncusu olmak son derece uzak bir ihtimaldi. Bu
nedenle Fàbregas, önceliğini İngilizce öğrenmeye verdi. Fakat Arsenal formasıyla bir
resmi maça çıkması tahmin ettiği kadar uzun sürmedi. 23 Ekim 2003 tarihinde oynanan
İngiltere Lig Kupası mücadelesinde Arsenal-Rotherham United’la eşleşti ve Wenger bu
maçta Fàbregas’a forma şansı verdi. Böylelikle Fàbregas, Arsenal tarihinin A takımda forma
giyen en genç oyuncusu unvanını kazandı. Bir sonraki turda takımın rakibi Wolverhampton
oldu. Arsenal bu maçı 5-1 kazanırken, ikinci defa forma şansı bulan Fàbregas bu defa da
Gunners’ın en genç gol atan oyuncusu unvanını kazanıyordu.

Arsenal 2003-04 sezonunu şampiyon kapatırken, Fàbregas hiçbir lig maçında forma giyme
şansı bulamadı. 2004-05 sezonu Fàbregas için “en genç” rekorlarına yenilerini ekleyeceği
bir sezon oldu. Arsenal, Community Shield maçında Manchester United’la karşılaşacaktı
ve takımın en önemli oyuncularından Patrick Vieira sakattı. Fransız oyuncunun yerine
Wenger’in tercihi 17’lik Cesc oldu. Bu maçın ardından Fàbregas üst üste dört lig maçında
forma giyme şansı buldu ve Blacburn Rovers’ı 3-0 yendikleri maçta fileleri havalandırdı.
Fàbregas bu defa da Arsenal formasıyla Premier League’de gol atan en genç oyuncu sıfatını
isminin önüne eklemiş oldu. Edu ve Gilberto Silva’nın ardı ardına gelen sakatlıklarıyla
takımda daha sık forma giyme şansı bulan Katalan yıldız, 2004 yılında Arsenal’la profesyonel
sözleşmeye imza attı. Tabii unutmadan: Arsenal’ın Şampiyonlar Ligi’nde Rosenborg’u 5-1
yendiği maçın üçüncü golünü kaydeden Fàbregas, takımının Şampiyonlar Ligi’nde gol atan
en genç oyuncusu oldu. Şampiyonlar Ligi tarihindeyse gol atan en genç ikinci oyuncu oldu (Birinci sırada hâlen Peter Ofori-Quaye bulunuyor).

Öte yandan Türkiyeli futbolseverler açısından ilginç bir notu da aktaralım. Fàbregas’ın 17.
yaş günü, 2004 U17 Avrupa Şampiyonası’nın açılış maçına denk geliyor ve İspanya o gün
Türkiye’yi 1-0 yeniyordu. Maç sonrası Fàbregas’la ilgili düşüncelerini aktaran İspanya
teknik direktörü Juan Santisteban şu sözleri söylemişti: “Cesc şu an takımımızın temel taşı.
Arsenal’da forma giydiği ve yaşı küçük olmasına rağmen 2003 U17 Dünya Kupası’nda forma
giydiği için takımdaki diğer oyunculara göre çok daha deneyimli. Topla oynama becerisi
sıra dışı ve onu izlemekten büyük zevk alıyorum. Harika paslar veriyor, çok zekice hücumlar
başlatıyor ve kısa zamanda bir futbolcunun sahip olabileceği her şeye sahip olacak.”

“4 NUMARA ARTIK ONUN”

2005-06 sezonunun en büyük transfer olaylarının başında kuşkusuz Patrick Vieira’nın
Arsenal’dan Juventus’a geçmesi geliyordu. Tabii tüm Avrupa futbol kamuoyunun gözü
İtalyan temsilcisine dönmüştü ancak o sezon boyunca gazete manşetlerini süsleyen isim Cesc
Fàbregas oldu. İspanyol yıldız Barcelona altyapısındayken hayranlıkla izlediği Guardiola’nın
forma numarasını artık sırtına geçirecekti. Arsenal’ın “4 numarası” artık Fàbregas oldu.
Gunners’ın orta sahası kurgusu Gilberto Silva ve Cesc Fàbregas’tan oluşacaktı. Tabii bu
durum Arsene Wenger’in oyun kurgusunda da önemli değişikliklere yol açtı. Giden Vieira
futbol tarihinin en önemli defansif orta saha oyuncularından biriydi. Oysa Fàbregas’ın fiziksel
özellikleri ve oyun mentalitesi Vieira’dan çok farklıydı. Daha çabuk, bilekleri daha kıvrak,
daha hücuma yönelik bir oyuncu olan Fàbregas’lı Arsenal, tribünleri hop oturtup hop kaldıran
bir takım kimliğine büründü. Cesc o sezon tam 49 defa Arsenal forması giyerek artık bu
takımın as oyuncusu olduğunu herkese göstermiş oldu. Şampiyonlar Ligi’nde Real Madrid
ve Juventus’a karşı ortaya koyduğu performanslar artık onun zirvede olduğunun işaretiydi.
O sezon için Fàbregas’ın en zor oyunu Devler Ligi finalinde Barcelona’yla karşılaşmaları
oldu. Barça maçı 2-1 kazanıyor ve Cesc tuttuğu takıma karşı kaybetmiş oluyordu. 2005-06
sezonunun sonunda İspanyol devlerinin Fàbregas ilgisi başladı. Real Madrid ısrarla Fàbregas’ı
kadrosuna katmak isterken, Katalan yıldız Arsenal’a beş yıllığına imza attı ve ikametgâh
kağıdının daha uzun süre Londra’da kalacağını gösterdi.

Artık Fàbregas için kendini kanıtlama dönemi geride kalmıştı. 2007 yılı onun yolunun
açıldığının kanıtı olacaktı. William Gallas’ın takımdan ayrılmasıyla, henüz 20 yaşındayken
Arsenal’ın kaptanlık bandını koluna taktı.

2008 yılı, birçok İspanyol oyuncu için olduğu gibi Fàbregas için de muhteşem bir yıldı. Artık
futbol otoriteleri her uluslararası turnuvaya iddialı gelen İspanya’yı “kronik kaybeden” olarak
görüyorken, 2008 Avrupa Şampiyonası’nı Boğalar kazanıyordu.

İşte o sezon Pep Guardiola, Rijkaard’dan boşalan Barcelona direksiyonuna geçti. Artık
Barça’nın transfer hedefinde Fàbregas vardı. 2008-09 sezonu Katalan ekibi için rüya gibi
geçti. Özellikle Barça orta sahasındaki Xavi-Iniesta-Messi üçlüsünün arasında herkesin gözü
Fàbregas’ı yakıştırdı. Üstelik ta Barcelona altyapısından Fàbregas’ı tanıyan Guardiola da
genç yıldızı ısrarla istedi. Wenger’in Barça’ya yanıtı geçen sezon netti: “SAT-MI-YO-RUZ!”

2009-2010 sezonunda da herkesin gözü yine Barça’nın üzerindeydi. Katalan ekibinin yine
tüm kupalara ambargo koyması beklenirken Mourinho’nun Inter’i Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Guardiola’nın önüne set çekti. Bu durum dünyanın dört bir yanındaki Barcelonalıları
büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Sezon sonunda Mourinho’nun Real Madrid’e transfer
olmasıysa Barcelona’nın başının daha büyük bir dertte olduğunun kanıtıydı adeta.

Geçen haziran ayında İspanya tarihinin ilk Dünya Kupası’na ulaştıktan sonra yeniden
transfer sezonu başladı ve Barça, Real Madrid’in bu sezon büyük bir canlılık yaşayacağını
tahmin ederek taraftarlarını yeniden heyecanlandırmak için ısrarla Fàbregas’ı transfer
etmek istediğini açıkladı. Fàbregas da sık sık bu transferin gerçekleşebileceğini açıkladı.
Arsene Wenger’se ısrarla Fàbregas’ın satılık olmadığını açıkladı. Israrla sürdükçe işi
inada bindiren Wenger, Guardiola ve Barcelona hakkında son derece sert demeçler
verdi. Sonunda Fàbregas’ın Arsenal’da kalacağı netleşti ve Katalan yıldız artık tamamen
Arsenal’daki oyununa odaklanacağını açıkladı. Anlaşılan bu sezon da Barça, kendi evladına
kavuşamayacak. Ancak Fàbregas’ın günün birinde Barça forması giyeceğinden herkes emin.

Fàbregas “ailesi” hakkında neler düşünüyor?
“Puyol benim için gerçek bir ağabey oldu. Sahadaki özgüvenimin oluşmasındaki en büyük pay onun.”
“Lionel, son derece soğukkanlı ve aynı zamana utangaç biri. Bunun yanı sıra çok iyi kalpli bir insan. Valdes’inse çok sağlam bir kişiliği var.”
KİMLİK KARTI:

Tam adı: Francesc Fàbregas Soler
Doğum yeri: Arenys de Mar, Barcelona
Doğum tarihi: 04.05.1987
Boyu: 1.75
Kullandığı ayağı: Sağ
Uyruğu: İspanyol/Katalan
TransferMrkt değeri: 55.000.000 €

SAYILARLA FÀBREGAS

1 Katalonya Millî Takımı’yla çıktığı maç sayısı
2 İspanya Millî Takımı’yla kazandığı kupa sayısı
4 Ailesindeki Barcelona üyesi sayısı
5 Arsenal formasıyla kırdığı rekor sayısı
16 Arsenal A Takımı’yla sahaya çıktığındaki yaşı
32 Arsenal’da attığı gol sayısı 
81 Kariyerinde yaptığı asist sayısı

3 Aralık 2010 Cuma

O Bir Efsane: Diego Forlán

“İngiltere’de bana gülüyorlardı, ne yaptıysam yanlış gitti”

Diego Forlán

Fiyaskodan başarıya

Diego Forlán Güney Afrika’daki Dünya Kupası’nda en iyi oyuncu olarak seçildiğinde, geçmiş yıllarda
gösterdiği harika gelişimin zirvesine ulaştı. Attığı beş golle Dünya Kupası gol krallığına ortak olmasının yanında Avrupa’da ikinci kez Altın Ayakkabı kazandı. Ama her ne kadar İngiliz devlerinden birinde
oynama ihtimalini göz ardı etmese de, Manchester United’daki fiyaskosu Atlético’lu oyuncunun peşini hâlâ bırakmıyor.

Yazan: Oscar Rodriguez and Michael Qureshi

Otel odasının kapısı çalındığı sırada Diego Forlán yüzünde koca bir gülümseme ve menajeri ile birlikte
oturuyordu. Forlán kapıyı açar açmaz omuzlara alındı ve bütün otel boyunca taşınıp havuza atıldı. Dramatik görünebilir, ama bu aslında Forlán’ın Dünya Kupası’nın en iyi oyuncusu seçilmesini kutlamak isteyen bütün Uruguay takımının bir saygı gösterisiydi.

“Bir gün intikamımı alacağım. Hiçbirinin peşini bırakmayacağım. Kafama koydum, en beklemedikleri anda darbemi vuracağım.”

Forlán kahkahalarla gülüyor. Ailesiyle geçirdiği tailden sonra Dünya Kupası’na biraz mesafeyle bakabiliyor. Dünya Kupası’nın Uruguay ve kendisi için bir eğlence olduğunu görebiliyor, ama yarı finalde Hollanda’ya elenmek ağzında biraz acı bir tat bırakmış.

“Artık üzerinden zaman geçti, başardıklarımızdan muazzam gurur duyuyorum,” diyor. “Ama yarı finalden hemen sonra yıkılmıştım. Hâlâ Hollanda ile aynı seviyede olduğumuzu düşünüyorum ve bu yüzden Dünya Kupası finalini kaçırmak biraz sinir bozucu. Bence finalde İspanya’yla oynayacak kadar iyidik.”

Ummadık taş

Üzerinde takımının formasıyla Majadahonda’daki Atlético Madrid tesislerinde otururken bir süre hüzünleniyor. Ama ardından gururu ve gülümsemesi geri geliyor.

“Hiçkimse bizden bir şey beklemiyordu,” diyor Forlán. “Pek çok uzmanın Fransa ve Meksika’nın gruptan rahatlıkla çıkacağını söylediğini duydum. Ama hepsinin hatalı olduğunu ispatladık ve bence Dünya Kupası’ndaki oyunuyla gerçekten gurur duyabilecek çok az takımdan biriydik. Pek çok favori ülke defansif bir anti-futbol sergiledi.”

Atlético’lu forvet, Dünya Kupası’nın en iyi oyuncusu olduğunu gösteren Altın Top ödülünü alarak David Villa’nın ve Wesley Sneijder’in önüne geçti. Aynı zamanda 1990’da Salvatore Schillaci’den bu yana, finalde oynamamasına rağmen bu ödülü alan ilk oyuncu oldu.

Beş olağanüstü gol

Forlan böylece Maradona ve Romario gibi efsanelerin ayak izlerini takip ettiğini gösterdi ve futbol tarihinin büyük isimlerinden biri haline gelmeye başladı. David Villa, Wesley Sneijder ve Thomas Müller gibi beş gol kaydederek iki ödül birden kazandı. Gol krallığı ödülü, beş golün yanında üç asist de yapan Thomas Müller’e gitti. Ama Forlán’ın gollerinin neredeyse tamamı olağanüstüydü ve çok eleştirilen Jabulani topuyla aralarında sanki gizli bir anlaşma var gibiydi.

“Dünya Kupası’ndaki performansımdan çok memnunum ve Altın Top büyük bir onur. Ödül almayı beklemiyordum, beni seçmeleri sürpriz oldu. Sonuçta Dünya Kupası’nı kazandığı için David Villa’nın
seçilmesini bekliyordum. Bu yüzden bu ödülü bütün Uruguay takımına adıyorum, çünkü olağanüstü takım arkadaşlarım olmasaydı hiçbir şey başaramazdım,” diyor Forlán, pek çok süper starın aksine oldukça cana yakın ve mütevazı biçimde.

Avrupa Ligini Kazanmak

Avrupa Ligi finalinde Atlético’nun Fulham karşısında 2-1 kazandığı maçta takımının gollerini atan Forlán için Dünya Kupası, olağanüstü geçen bir sezonun doruğuydu. Forlán Avrupa Ligi’nin en iyi oyuncusu seçildi, La Liga’da ikinci kez gol kralı oldu ve Avrupa’da en çok gol atan oyuncu olarak Altın Ayakkabı kazandı. Forlán şimdi onu tüm zamanların en iyi forvetleri arasına sokacak üçüncü Altın Ayakkabı’nın peşinde. “Çok gol atmak benim her zamanki hedefim. Gol attığımda takımıma da yardım ettiğimi biliyorum ve üçüncü kez Altın Ayakkabı’yı kazanmak istiyorum. Benim için büyük bir olay olur bu. Ama kazandığım bütün bu kupalarla daha sonra ne yapacağımı bilmiyorum,” diyor Forlán ve kahkahalarla gülüyor.

Forlán 2004’ten bu yanan La Liga’da 100’den fazla gol attı ve en iş bitirici forvetler listesinde adı her zaman geçti. Barcelona ve Real Madrid gibi kulüpler Atlético’ya sadık kalan Forlán’ın peşinde koşturuyor.

Manchester’da fiyasko

Ama Avrupa’da oynamak için 2002’de Güney Amerika’dan ayrılan Forlán için kariyeri hep yolunda gitmedi. İngiltere’de, bilinmeyen bir ücret karşılığıda sekiz yıl önce Manchester United ile anlaşan futbolcuyla aynı kişi olduğuna inanmakta hâlâ zorlanıyorlar. United menajeri Sir Alex Ferguson, medya ve taraftarın bu forvetin golü koklama yeteneğine hayran kalacağına söz vermişti. Ama tam tersi oldu. Forlán ilk maçına 29 Ocak 2002’de çıktı, ama ilk golünü ancak sekiz ay sonra attı. Medya daha sonra ona, United tarihinin en büyük hücum başarısızlıklarından biri olan Garry Birtles’a istinaden, Diego Birtles lakabını taktı. Forlán, United için çıktığı 63 maçta sadece 10 gol attı. Taraftar ve medya tarafından alaya alındı, bariz fırsatları kaçırdığı zaman ıslıklandı ve hatta takım arkadaşları tarafından bile alenen eleştirildi. Sonunda Ferguson yenilgiyi kabul etti ve Forlán’ı Villarreal’e sattı.

Başarısızlık hâlâ acı veriyor

Konu Manchester’daki zamanlarına geldiğinde başarısızlığın Forlán’ı hâlâ rahatsız ettiği açıkça belli oluyor.

“İşleri biraz hafife alıp konsantrasyonumu kaybeder kaybetmez Machester’daki zamanlarıma geri döndüğümü düşünüyorum. Bugün bu kadar gol atmamın sebeplerinden biri bu. O zamanki halimden
olabildiğince uzaklaşmak için çok çalışıyorum. Berbat bir dönemdi. İngiltere’de bana gülüyorlardı, ne yaptıysam yanlış gitti,” diyor Forlán. Sesinde biraz keder var.

“Arjantin’deki Independiente’nin güvenli ortamını bırakıp Avrupa’nın büyük bir kulübüne gitmeye ve
beraberinde gelen baskıya hazır değildim. Sadece 23 yaşındaydım ve 7 milyon £’da alındım. Suyun üzerinde yürüyebileceğimi ve gollerin başıma yağacağını düşündüm. Ama Premier Lig’de ve Şampiyonlar Ligi’nde oynamak tamamen farklı bir şeydi. Sonuçta olumsuz bir döngüye girdim; ne kadar gol kaçırdıysam ve ne kadar alay edildiysem kendime güvenimi o kadar kaybettim. O dönemde aşırı strese girdim ve Güney Amerika’ya gitmeyi her şeyden çok istedim. Ama Villarreal beni kurtardı.”

Tekrar İngiltere’yi düşünebilir

United menajeri Ferguson, Forlán’ın yeniden canlanmasını büyük bir keyifle takip ettiğini saklamıyor.   Atlético’lu yıldız da intikam alma fırsatını gözden geçirip geçirmeyeceği sorulduğunda olumsuz bir tavır takınmıyor.

“Ben hep kazanmak isteyen biriyim ve bu yüzden bir parçam geri dönüp bütün eleştirmenleri susturmak istiyor,” diyor. “Preimer Lig’de de başarılı olabileceğimi göstermeyi isterim. La Liga dünyanın en iyi ligi ve İngiltere’de geçen seferki gibi sorun yaşamam. Orada zor zamanlar geçirmeme rağmen, Manchester United benim için hâlâ anlam taşıyor. Her ne kadar onu hayal kırılığına uğratmış olsam da, bana inanan Ferguson’a hakkını ödemek isterim.”

“Atlético’da her şey olağanüstü. İyi bir kulüp ve harika takım arkadaşlarım var. Ama gelecek için hiçbir kapıyı kapatmış değilim. Belki burada kalırım, ama başka bir lige de gidebilirim ya da Güney Amerika’ya geri dönebilirim. Futbolun heyecan verici tarafı bu; gelecekte neler olacağını sadece bir sezon için bilebilirsiniz.”

Atlético’yu zirveye taşımak istiyor

Ama en yakın hedefi Atlético’yu İspanyol liginin zirvesine geri taşımak. Kulüp büyük finansal sorunlar yaşadı ve geçen sezon ligi hayal kırıklığı yaratarak dokuzuncu bitirdi. Ama bunun sebebi Forlán’ın başarısızlığı değildi; sarsıntılı sezonu 18 golle bitirdi ve Avrupa Ligi’ni kazandılar.

“Atlético gibi kulüplerin her sezon ligin zirvesinde yer alması gerekir,” diyor Forlán. “Buraya kupalar
kazanmak için geldim ve geçen sezon bunu başardık. Avrupa Ligi’ni kazanmak gerçekten iyi bir takım
olduğumuzu gösteriyor ve bu sene iyi bir sezon geçireceğimizden bir an için bile şüphe etmiyorum. Real ve Barcelona’yı mümkün olduğunca baskı altına almaya çalışacağız, ama başka hiçbir İspanyol kulübünün onların oyuncu bütçesiyle eşleşemeyeceğinin de farkında olmalıyız. Bu yüzden eğer başka bir kulüp şampiyonluğu kazanırsa sürpriz olur.”

Ama Dünya Kupası da gösterdi ki, Forlán en iyi performansını başarılı olması beklenmeyen takımlarda gösteriyor.

“Bu sezon Bernabéu ve Camp Nou’da gol atmayı gerçekten çok istiyorum,” diyor Forlán.

Biliyor muydunuz?

*Diego Forlán’ın babası Pablo, 1966 ve 1974 Dünya Kupası’nda Uruguay takımındaydı.

*Diego’nun hem babası hem de büyükbabası, Arjantin’in Independiente takımında oynadılar. Diego da futbola orada başladı.

*Forlán, Güney Amerika’nın en büyük genç tenis yeteneklerinden biriydi, ama aile geleneğine uyarak
futbolcu olmayı tercih etti.

*Manchester United’a transfer olduktan sonra art arda 27 maçta gol atamadı.

*Forlán yine de United için bazı önemli goller attı ve gol attıktan sonra formasını çıkarmasıyla tanındı. Bu hareket şimdi sarı kartla cezalandırılıyor.

*İlk milli maçına 2002 yılında çıktı.

*Dünya Kupası’nda ilk gölünü 2002 yılında Senegal’e attı.

*United, Forlán’ı sattıktan sonra yerine Wayne Rooney’i aldı. Sir Alex Ferguson bundan hiç de pişman değil.

*Forlán, 2004’te Levante ile anlaşmak üzereydi, ama Villerreal’e gitti.

*La Liga’daki ilk sezonunda 25 gol atarak gol kralı oldu ve Villarreal’in tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi’ne gitmesine yardımcı oldu.

*Aynı sezon Thierry Henry ile birlikte Avrupa’nın en golcüsüydü.

*Atlético Madrid 2007’de Fernando Torres’in yerine Forlán’ı 21 milyon € karşılığında transfer etti.

*2008/09 sezonundan İspanya’da tekrar gol kralı oldu. 33 maçta attığı 32 golle Avrupa’nın da gol kralıydı.

*Geçen sezon Avrupa Ligi’nde Liverpool karşısında oynanan yarı finalin her iki ayağında da gol attı. Ayrıca Fulham karşısında oynanan finalde Atlético’nun iki golü de Forlán’dan geldi.

*Forlán, top model ve aktris Zaira Nara ile birlikte.

* Forlán 2009’da, eski takım arkadaşı Maxi Rodriguez ile birlikte, Arjantinli sanatçı Coti’nin bir müzik
klibinde yer aldı.

Dünya Kupası’nın Altın Top ödülü

Altın Top, Dünya Kupası’nın en iyi oyuncusuna veriliyor. FIFA belli sayıda oyuncu seçiyor (Güney Afrika’da 10 kişi tespit edildi) ve akredite olmuş gazetecilerin oylarına sunuyor.

1982’den beri kazananlar:

1982 – Paolo Rossi, İtalya

1986 – Diego Maradona, Arjantin

1990 – Salvatore Schillaci, İtalya

1994 – Romario, Brezilya

1998 – Ronaldo, Brezilya

2002 – Oliver Kahn, Almanya

2006 – Zinedine Zidane, Fransa

2010 – Diego Forlán, Uruguay

Forlán’ın trajedisi

Diego Forlán 12 yaşındayken, ablası Alejandra trajik bir trafik kazası geçirdi. Ablasının nişanlısı öldü ve ablası felçli kaldı. Diego o zaman büyük bir futbolcu olmaya yemin etti, böylece ömrünün sonuna kadar ablasına bakabilecekti. Forlán ailesi bir dernek kurdu ve ihmalkâr sürücülere karşı bir kampanya başlattı. Bu derneğin en önemli üyelerinden biri, Forlán’ın babasının yakın bir arkadaşı olan Diego Maradona’ydı.

Forlán hakkında söylenenler
“Benim gözümde, dünyanın en iyi forvetlerinden biri. Çok zeki ve aynı zamanda olağanüstü bir takım arkadaşı.”
Luís Suárez, Uruguaylı takım arkadaşı
“Diego Forlán’ın büyük bir hayranıyım. En iyi forvet David Villa ile birlikte, gördüğüm en iyi bitirici.”
Manuel Pellegrini, Forlán’ın Villarreal’deki teknik direktörü ve eski Real Madrid teknik direktörü
“İnsanlar bazen Forlán’a daha fazla zaman vermediğim için pişman olup olmadığımı soruyorlar. Ama şimdi ne kadar olağanüstü bir forvet olduğunu görüyorum. O zamanlar haklıydım, Avrupa futbolu için yeteri kadar olgun değildi, ama bu da benim sorumluluğumdu.”
Sir Alex Ferguson, Manchester United
“Eğer beraber oynasaydık çok iyi bir ikili olurduk.”
David Villa, Barcelona

Adı: Diego Forlán Corazo

Doğum yeri ve tarihi: 19 Mayıs 1979, Montevideo-Uruguay

Boyu: 180 cm

Takımım ve mevkim: Atlético Madrid’de forvet

Forma numarası: 7

İyi özellikleri: Gol atmak ve asist yapmak

Daha iyi olmak istediği özellikleri: Her şeyde her zaman daha iyi olabilirsiniz.

Başarıları

Avrupa Ligi galibi (2010), Premier League şampiyonu (2003), FA Cup galibi (2004), Community Shield galibi (2003)

Bireysel ödülleri

Altın Ayakkabı (2005, 2009), Pichichi (gol kralı), La Liga (2005, 2009), Dünya Kupası’nda Altın Top (2010)