29 Kasım 2010 Pazartesi

GOAL Aralık - Önizleme

Dergiyi okumaya başlayınca sizlerin de en az Casillas kadar keyifli olacağınıza eminiz!
  • GOAL Aralık kaleciler üzerine kurulu. Hepinizin bildiği gibi geçtiğimiz ay golcülere ayrılmıştı, bu defa görevi gol yememek olanları işliyoruz. 
  • Klasikleşen TOP 15 bölümümüzde, Avrupa futbolunun en iyi 15 kalecisini sizler için seçtik. Bakalım ortak noktada buluşabilecek miyiz?
  • Inter ve "küllerinden doğan" Borussia Dortmund incelemeleri en güvendiğimiz sayfalar arasında. 
  • Türkiye Liglerindeki en iyi 10 yabancı kaleciyi merak ediyor musunuz, o zaman GOAL Aralık sayısını kaçırmayın diyoruz.
  • Son günlerin en çok konuşulan oyuncusu kim diye sorsak birçoğunuz Gareth Bale cevabını verir, evet Bale de sayfalarımız içerisinde. 
  • Ve elbette Casillas. 2010 Güney Afrika'nın en konuşulan ismi, sizleri GOAL Aralık'a bekliyor. 
  • GOAL deyince, aklınıza birbirinden şık posterler geliyor biliyoruz. Bu sayıdaki büyük boy posterlerimiz iki büyük golcüye, Milan'lı İbrahimoviç ve ManU'lu Dimitar Berbatov'a ait. Odanıza asın, fotoğraflarını çekin, blogumuzda yayınlayalım.
  • Ve daha nicesi. Aralık ayınızı şenlendirecek muhteşem bir sayı sizleri bekliyor. Pazartesi günü, gazete-dergi bayilerinde, süper marketler ve kültür sanat marketlerde buluşmak üzere! 
  • Unutmadan, 2010 GOAL Ödülleri de bu sayıda!

Okurun Kalemi: Bir İç Savaş Hikayesi - El Clasico


Bir İç Savaş Hikayesi - El Clasico

“Savaşırsanız ölebilirsiniz, kaçarsanız en azından bir süreliğine yaşarsınız. Seneler sonra ölüm döşeğinde yatarken bulunduğunuz güne geri dönüp düşmanlarımıza hayatlarımızı alabileceklerini, fakat özgürlüğümüzü asla alamayacaklarını söylemek için herşeyi feda etmez miydiniz!” Bu anlamlı sözleri duyduğumuz Cesur Yürek filmi Hollywood’un bize sunduğu en etkileyici hikayelerden birini anlatır. İngiliz diktatörlüğüne karşı İskoçyalılar’ın özgürlüğü için savaşan William Wallace’ın hikayesini anlatan film, aynı zamanda El Clasico’nun geçmişini hatırlatır.

Dünya futbolunun en önemli maçlarında biri olan El Clasico, yani Barcelona – Real Madrid karşılaşmaları tarihi zenginliklerle doludur. El Clasico tam anlamıyla “futbol asla sadece futbol değildir” sözünü kanıtlayan bir semboldür. Futbol ile birlikte bir çok tarihi politik mesajlar içeren bu iki takımdan Real Madrid İspanyol milliyetçiliğini temsil ederken, Barcelona ise Katalan milliyetçiliğini temsil eder. İspanya’nın en büyük iki şehrini temsil etmekle beraber, en son araştırmalara göre Avrupa da en fazla taraftara sahip iki takımın arasında oynanan maçlar bir Dünya Kupası finali niteliğinde geçer. La Liga’yı tarih boyunca domine eden iki takımdan Real Madrid 73 ve Barcelona 68 kupa kaldırmıştır.

İspanya’nın Fransa sınırına yakın bir bölgede bulunan Katolonya, tarih boyunca İspanya ve Fransa tarafından işgal edilmişlerdir. Günümüzde Katalanlar’ın İspanya da ki nüfusu 6.5 milyondur. Amerika keşfedildikten sonra savaşlardan kaçmak isteyen Katalanlar, özellikle Güney Amerika’ya göç etmistir ve bu kıtaya futbolu ilk getirenler arasındadırlar.

İki takım arasındaki politik ayırım 1930’larda İspanya İç Savaşı ile başlamıştır. Özellikle Franco’nun diktatörlüğü altında merkezleşmeye ve İspanyol milliyeçiliğinı vurgulamaya çalıştığı dönemlerde, iktidara karşı olan Katalanlar’ın en önemli sembolü Barcelona futbol takımı olmuştur. Barcelona’nın iktidara karşı gösterdiği sorunları gören Franco, 1936 senesinde muhafızlarına Barcelona başkanı Joseph Sunyol’a suikast düzenlemelerini emretmiştir. Diğer taraftan Real Madrid İspanya da ki birleşmenin ve kalkınmanın sembolü olarak görülür. Franco diktatörlüğünde zamanın en fazla sermayesine sahip olan Madrid, Katalan olmayan İspanyollar tarafından çok sevilir. Barcelona anarşi, komünizm ve sosyalizmi temsil ederken, Real Madrid merkezleşme, milliyetçilik ve İspanya kraliyetini temsil eder.

Yakın zamana dönersek Real Madrid 2000 senesinde Florentino Perez başkanlığında “Galacticos” sistemine geçmişti. Bir diğer anlamda Perez, sermaye üstünlüğünü kullanarak Avrupa’nın en büyük yıldızlarını yuksek paralara transfer ederek yıldızlar topluluğu oluşturmuştu. Makalele, Ronaldo, Figo ve Zidane gibi yıldızları takımına kazandırarak büyük başarılara imza atan Perez yönetimi son 10 senede 4 lig şampiyonluğu ve 2 Şampiyonlar Ligi kupası kazanmıştı. Barcelona ise 1990’ların başında Johan Cruyff’un teknik direktörlüğe gelişiyle total futbolun en büyük temsilcisi olmuştu. Yüksek paralarla transfer yapmak yerine kendi alt yapısından oyuncular yetiştiren Barcelona, kadrosunda çoğunlukla Katalan futbolcular bulundurarak kimliğinden hiç bir zaman kopmamıştır.

Kadrolarıyla adeta yıldız savaşlarını andıran iki takımın aralarında oynadığı maçlar her zaman çekişmeli geçti. Şu ana kadar toplam 208 kere oynanan El Clasico'da Barcelona 81, Real Madrid 85 kere kazanıp, 42 kez berabere kalmışlar. İki takım arasında oynanan en unutulmaz maçlardan biri hiç şüphesiz 2002 yılında oynanan ve Real Madrid’in 2-0 kazandığı Şampiyonlar Ligi yarı finalidir. “Asrın maçı” olarak nitelendirilen bu karşılaşma televizyondan tam 500 milyon kişi tarafından izlenmişti.

Son oynanan 4 maçı da kazanan Barcelona, Pazartesi oynanacak maç için doğal olarak favori gösteriliyor. Nou Camp da 95,000 Barcelona taraftarının önünde oynayan her rakip mutlaka zorlanacaktır. Mourinho Chelsea ve Inter ile Barcelona’yı yenerek, total futbolu en iyi çözen teknik direktörlerden biri olduğunu kanıtlamış oldu. Di Maria, Mesut Özil transferleri ve Ronaldo’nun yükselişte olan formuyla Madrid son senelerin en iyi performansını gösteriyor. Mourinho’nun gelişiyle defansif zaaflarını da gideren Real Madrid şu ana kadar oynanan 12 lig maçında kalesinde sadece 6 gol gördü. Barcelona tarafından bakarsak Avrupa’nın en etkili orta sahasıyla Guardiola yönetiminde çok paslı takım oyununa devam ediyorlar. Portekiz – İspanya hazırlık maçında, Barcelona stoperlerinden kurulu İspanya defansının kalesinde 4 gol görmesi düşündürücü. Mourinho’nun büyük ihtimalle oynatacağı kontra atak sistemi karşısında Barça defansının Puyol’un tecrübesine çok ihtiyacı olacaktır.

Bir çok İspanyol ve Katalan için El Clasico İspanya iç savaşının bir tekrarı olarak görülür. Milyonların izleyeceği bu anlam dolu futbol şöleni hiç şüphesiz sürprizlerle dolu olacaktır. Portekiz diktatörü Salazar’ın dediği gibi, “futbol olmasaydı asla ülkeyi yönetemezdim.”

*Bu yazı midaskral.blogspot.com 'dan Cem Kırgız'a aittir, siz de yazınızın burada yayınlanmasını istiyorsanız bize ulaşın!

25 Kasım 2010 Perşembe

Okurun Kalemi: Apolitikleşen Dünya Kupası

*Bu makale Simon Kuper tarafından Foreign Policy dergisinin 21.07.2010 tarihli sayısı için yazılmıştır.

Tarihi dersler için Dünya Kupası’na bakmayı bırakın. Bu sadece bir oyun ve bana sorarsanız benim için bu yeterlidir.

Dünya Kupası oynanırken Johannesburg’da bir gece, bir İngiliz arkadaşımla Güney Afrika birası içip oynanacak olan İngiltere – Almanya maçı hakkında konuşuyorduk. Arkadaşım çok fazla gezmiş, bilgin bir siyaset yazarı ve İran’da gerçekleşebilecek bir savaşın kazanma olasılıklarını konuşmaktan çok zevk duyar. Önce İngiltere milli takımı hakkında ironik bir kaç yorumda bulundu. Fakat hemen sonra yerinde duramadı ve kollarını iki yana açarak İngiliz Hava Kuvvetleri’nin II. Dünya Savaşı’nda uçan bir uçağını taklit etmeye başladı. O Almanya’ya karşı oynanacak maça hazırlanan bir İngiliz taraftarıydı ve bütün İngilizler bu şekilde maça hazırlanıyorlardı.

2010 Dünya Kupası’nın en çok politik mesajlar içeren maçı hiç şüphesiz İngiltere – Almanya maçı idi. İngiliz taraftarların en önemsediği karşılaşma olmakla beraber, maçtan önce bir çok yayın organı karşılaşmayı bir savaş olarak nitelendirdi. Gerçeği söylemek gerekirse, bir çok İngiliz taraftarı turnuvaya İkinci Dünya Savaşı’nı tekrardan yaşıyormuş gibi yaklaştı. İngiltere – Cezayir maçından bile önce, Sun gazetesinin manşetinde “Onların en önemli saati(ve yarısı)” sözlerini kullanarak Winston Churchill’i hatırlatmış oldu.

Bütün bu konuşulanlar benim gibi siyaset yazarı özentisi olan yorumcular için ilgi çekiciydi. Fakat bu tür konuşmalara kanmamamız lazım. Dünya’daki bir çok futbol karşılaşmasında olduğu gibi, İngiltere – Almanya karşılaşmasında da eski rekabetten eser yoktu. Nefes kesen bir turnuvadan sonra ülkeme döndüğümde, artık Dünya Kupası’nın eski politik anlamını kaybettiği hüzünlü gerçeğiyle karşılaştım. Franklin Foer’in meşhur kitabını ele alırsak: Futbol artık eskisi gibi dünyayı anlatmıyor. Turnuvaya ev sahipliği yapan Güney Afrika ve kupayı kazanan İspanya hakkında bir kaç politik mesajlar görülse de, bu turnuva dünyadaki bir çok ülkenin birbirine benzemeye başladığının bir göstergesiydi.

Bu gerçekten büyük bir değişim, çünkü tarih boyunca Dünya Kupası politik mesajlar içeren bir festival olmuştur. Tunuva 1930 senesinde, faşizmin yeni yayılmaya başladığı bir dönemde başlamıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında uzun süren bir aradan sonra milliyetçilik ile dolu bir dönemde devam etmeye başladı. Savaş sonrasında Avrupa ülkelerinin Almanya’ya karşı hissettikleri düşmanlık yeşil sahalarda açık bir şekilde gözlemlenebilirdi. Bu sırada Güney Amerika ülkeleri faşizm ve aşırı milliyetçilik kavramları ile boğuşuyordu. 1970’lerde Afrika ülkeleri turnuvaya katılınca, bu ülkelerin hükümetleri de futbolu milliyetçi mesajlar verme amaçlı kullanmaya başladı.

Bu devirlerde ortaya çıkan politik mesajlar Dünya Kupası’na, Dünya Kupası da politikaya renk katardı. 1969 senesinde El Salvador ve Honduras büyük tartışmalara yol açan 3 eleme maçı oynadıktan sonra, iki ülke arasında “Futbol Savaşı” başlatıldı. Bir çok Avrupa ülkesi için turnuvanın en önemli karşılaşmaları her zaman Batı Almanya’ya karşı oynanan maçlardı. 1974 senesinde Hollandalılar’ın Almanlar’a karşı aldıkları mağlubiyet hiç şüphesiz ülkenin en büyük spor travmalarından biridir. Maçta Hollanda orta saha oyuncusu Wim van Hanegem, savaş sırasında babasını, 10 yaşındaki kardeşini ve altı ayrı aile ferdini köyünün bombalanmasından dolayı kaybetmişti. Benzer bir şekilde İngiliz futbolunun gayri resmi marşı olan Three Lions (Üç Aslan), Almanya’ya karşı alınan mağlubiyetlerden bahseder.

Eski dönemlerde oynanan Dünya Kupaları benzer kin dolu hisler içerirdi. Aşırı milliyetçiliğin en çok ürettiği düşünce herhangi bir mağlubiyet alındığında, karşı tarafın hile yaptığı üzerineydi. 1966 senesinde Arjantin’e karşı alınan bir mağlubiyet sonrasında, İngiliz milli takımının teknik direktörü Alf Ramsey karşı takımının oyuncularına “hayvanlar” demişti. Buna karşılık Arjantinliler ve Portekizliler, İngilizler hakkında Dünya’yı ele geçiriceklerini iddia eden komplo teorileri öne sürdüler. 1982 turnuvasında oynanan Polonya – Sovyetler Birliği karşılaşmasında Sovyetler Birliği üyesi olan Polonya taraftarları, 6 ay öncesinde ülkenin komünist liderlerinin yasakladığı ticaret sendikası hakkında politik mesajlar içeren “Solidarnosc” pankartlarıyla maça çıktılar. İronik bir şekilde maçı berabere bitirmeyi ve gruplardan çıkma hakkını elde etmişlerdi. Hollanda’nın eski teknik direktörlerinden Rinus Michels’ın söylediği idda edilen söz gibi (gerçekte söylemesede), “Futbol Savaştır.”

Güney Afrika’da görüldüğü gibi bu söz artık gerçek değil. Turnuvaya çok az yabancı taraftar katıldı ve gelenler de futbolun yeni öne çıkmaya başladığı ülkelerden geldiği için eski düşmanlıklardan yoksun bir turnuva oldu. Karşı takımların taraftarları vuvuzelalarını çalarak ve kaşkollarını değişerek maçları barış içinde izlediler. Kameralar onları çekmeye başladığında ise sanki NBA’de oynanan All Star maçlarındaki taraftarlar gibi mutlu bir şekilde ellerini sallamaya başladılar.

Dünya Kupası milliyetçilik dolu bir turnuva iken evrensel bir festivale dönüştü. Turnuvanın en çok farklı kültürlerden gelen oyuncularına sahip Almanya’dan artık hiç kimse nefret etmiyor. Sömürgeci ve sömürülmekte olan ülkeler arasında hiç bir maç yoktu (Amerika – Afganistan maçı çok ilginç olabilirdi fakat Afganistan hiç bir Dünya Kupası’na katılamayan ülkeler arasında olduğu için bu imkansızdı). Bir tek aşırı milliyetçilik mesajları içeren ülke Kuzey Kore idi. Söylentilere göre Pyongyang bir çok Çin’li taraftarı Kuzey Kore takımına destek olmaları için Güney Afrika’ya gönderdi. Fakat bu söylenti dışında, özellikle Portekiz karşısında alınan 7-0’lık mağlubiyet sonrasında Kuzey Kore’den çıt çıkmadı. Sonuçta hiçbir ülke Dünya Kupası’ndan komplo teorileri haykırarak ayrılmadı.

Politik mesajların Dünya Kupası’ndan ayrılmasının en büyük nedeni dünya politikalarının değişmesidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan diktatörlük, aşırı milliyetçilik ve ülkeler arası savaşların devri artık geçti. Günümüzde yaşanan savaşların çoğu iç savaşlar oluyor.

Aynı şekilde futbol da değişmekte. Dünya Kupası birçok ülkenin kendilerine has stillerinin birbirleriyle karşılaştığı bir arenaydı. Hollandalılar saldırır, İtalyanlar savunur, Almanlar kötü oynayıp kazanır, Güney Amerikalılar top sürer ve İngilizler çok koşup kaybederlerdi. Herkes kendi stilini över, başkalarınkini kötü ve sinsice bulurdu.

Günümüzde oynanan milliyetçilik sonrası Dünya Kupası, küreselleşme ile birlikte futbol stillerinin birbirlerine benzemeye başladığının bir göstergesi olmakta. Herkes birbirine benzer bir futbol oynamakta (İngilizler hala çok koşup kaybetmekte) ABD, Paraguay ve Japonya gibi ülkelerin sıkıcı, atletik ve iyi organize olmuş Batı Avrupa ülkelerine göre kendilerini çok daha fazla geliştirdiklerini görüyoruz. Güney Afrika'da, Hollandalılar savunma yaptı, Almanlar iyi oynayıp kaybettiler ve Güney Amerikalılar çoğunlukla top sürmeyi bıraktılar. Modern futbolda başarının sırrı, ülkene has futbol stilini yok etme gibi gözüküyor. Örneğin kupayı kazanan İspanya’nın, uzun süredir Barcelona’ya gelen Hollandalı futbolcuların ve teknik direktörlerin beraberlerinde getirdikleri çok paslı oynanan futbol stilini benimsediğini görüyoruz. Buna karşılık kendi ülkelerinin stilinde oynamaya çalışan Arjantin ve İngiltere’nin turnuvaya erken veda ettiğini gördük. Bazı karşılaşmalarda milliyetçilik duyguları ön plana çıksa da, kazanmak kendi ırkının üstünlüğünü ispatlamak yerine sokaklarda dans etmek için bir bahane oluyordu.

Turnuvadaki tek istisna Güney Afrika milli takımı idi. Kupaya ev sahipliği yapan ülkelerin kendilerini yeniden keşfetmeleri artık bir gelenek haline geldi. Örneğin 2006 yılında oynanan Dünya Kupası’nda, Almanya kendileri dahil hiç kimseyi korkutmadan meydanlarda “Almanya!” diye bağırılabilen “festival milliyetçiliğini” tanıtmış oldu.

Güney Afrika’da 2010 Dünya Kupası’na ev sahipliğini en iyi şekilde yapabilmek için her ırkın birleşip ortak bir hedef üzerine çalıştıkları konuşuldu. Bu kesinlikle bir abartılma değildi. Benim annem ve babam Johannesburg’ludur ve geleneklerine bağlı 70 yaşlarında olan teyzem şehir içinde Güney Afrika bayrağı ile arabada giderken yoldan geçen siyahların “Gogo, gogo!” (“Anane, anane!”) diye bağırdıklarını anlattı. Tarih boyunca ilk defa neredeyse bütün Güney Afrikalılar paylaşılmakta olan tek bir ülke için el ele vermişlerdi……

……Görünüldüğü gibi eski Dünya Kupalarında görülen politik mesajlar ve rekabetler artık sadece turnuvaya ev sahipliği yapıcak ülkeyi seçerken yaşanıyor. Oynanan futbol sadece zevk almak için oynanıyor (gerçeği söylemek gerekirse bir çok maç yeterli zevki vermedi). Dünya Kupası eskisi gibi milli bir mesele değil artık. Ve bu rahatlatan bir değişim.


Kaynak: http://www.foreignpolicy.com/articles/2010/07/21/soccer_explains_nothing?page=0,0
Çeviri: Cem Kırgız

Siz de yazınızın GOAL Dergisi Blog'da yer almasını istiyorsanız bize ulaşın! Okurun Kalemi herkese açık.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Okurun Kalemi: Bahsin Püf Noktaları

İyi Bir Maç Yorumu Hazırlamak İçin Dikkat Edilmesi Gerekenler

1)İyi bir maç yorumu hazırlamak için öncelikle bahis yapacağınız takımların maçlarını veya maç özetlerini izlemeniz gerekmektedir. Bazı takımlar maçta kötü oynayıp şans eseri galibiyet alıyorlar veya maçta iyi oynuyorlar fakat direkten dönen toplar, futbolcuların şanssızlığı, gününde olmayan futbolcular yüzünden galibiyet alamıyorlar fakat ilerideki maçlar için bu takım ligde iş yapar, bakma sen bu takımın böyle olduğuna, direkten dönen toplar v.s yüzünden maçta galibiyet alamadı diyebiliyoruz.
Önümüzdeki maçlarda bu takımdan umutluyuz.
2)Yorumlarda iki takım arasında yapılan karşılaşmalar bizim için büyük bir önem taşıyor.
Mesela Barcelona ligde 1. sırada karşısındaki rakip R.Madrid 6. sırada. Bizler hemen Barcelona'ya bahis yapıyoruz neden Barcelona'nın maçta ev sahibi olması ve ligin zirvesinde yer alması. Oysaki iki takım arasında yapılan maçlarda R.Madrid'in Barcelona'ya karşı büyük bir üstünlüğü bulunmaktadır.
3)Bazı takımlar dış sahada başarılı olamayıp kendi sahasında yaptığı maçlarda büyük başarı sağlıyorlar. Bu takımlara örnek Finlandiya Liginden Tampere Utd. Tampere takımı ligde kendi sahasında güzel sonuçlar alan bir ekip fakat dış sahada yaptığı maçlarda taraftarlarını üzüyor.
4)Sakat ve cezalı oyuncular bizler için en önemli noktalardan biri. Örnek vermek gerekirse Fenerbahçe-Galatasaray derbisine tanık olacağız. Fenerbahçe'nin en iyi, günlerce konuşulan oyuncusu Alex'in Galatasaray maçında oynayacak olması Fenerbahçe için iyi bir avantajdır. Fenerbahçe’de Alex'in Galatasaray maçında forma giymeyecek olması ve Alex'in alternatifi olacak bir oyuncunun bulunmaması ibreyi Galatasaray tarafına doğru çekebilir.
Yorumlarımızda sakat ve cezalı oyuncuları şu şekilde belirtirsek iyi olacaktır. C.Ronaldo(Forvet-19 maçta 14 gol) gibi...
5)Bazı takımlar Avrupa’da UEFA Avrupa Ligi veya Şampiyonlar Ligi maçları olduğu için lig maçında kendisini çok fazla yormayabiliyor, bu yüzden futbolcuların kafaları Avrupa Arenasındaki maçlarda olabiliyor.
6)Günümüz futbolunda takımları iyi takip etmek gerekir. Teknik Direktör veya futbolcuların açıklamaları bize bahislerimizde iyi bir yol gösterici olabiliyor. Mesela Daum'un basın toplantısında bugünkü oynayacağımız maç Gaziantepspor ile fakat biz hafta içi şampiyonlar liginde oynayacağımız maçı düşünüyoruz açıklaması bizim için iyi bir noktadır.
7)Günümüz futbolunda taraftarların önemi çok büyük. Geçen gün televizyonda bir kanalda Avrupa maçlarına en çok taraftarı gelen takımın M.United olduğunu duydum. Takımların taraftar desteğini yorumlarımızda belirtmeliyiz.
8)Yorumlarımızda bahislerimizin ne kadar güvenilir olduğunu bir güven derecesi ile belirtmeliyiz. Mesela (7/10),(8/10) gibi. Güven derecelerini sayısal olarak kullanabiliriz ya da aşağıdaki değerlendirmeleri kullanabiliriz:
Yüksek Güvenilirlikli
Güvenilir 
Orta Güvenilirlikli gibi terimler.
9)Yorumlarımızda her 2 takımın da form durumlarını belirtmeliyiz. Örnek vermek gerekirse son 5 maçından galip ayrılan Hamburg ile ligde son 3 maçı kaybeden Nürnberg takımlarının maçına Hamburg yener diyoruz. Bir bakıyoruz Nürnberg Hamburg'u mağlup etmiş.
Ama formda takımlar, formsuz takımlara karşı genellikle galibiyet alıyorlar.
10)Yorumlarımızda Türk Edebiyatından deyimler kullanırsak yorumlarımızı okuyan kişiler daha fazla keyif alacaklardır. ''Çileden Çıkmak '' deyiminin anlamı dayanma gücünü tüketerek taşkınlık göstermek. Mesela Barcelona'da hocasıyla tartışan ve ligde 20 maçta oynayıp hiç gol atamayan Messi taraftarları çileden çıkardı!
Bu tür deyimleri maç yorumlarımızda kullanabiliriz.
11)Yorumlarımızda Türkçe Yazım ve Noktalama Kurallarına özen göstermeliyiz.

Not: Verdiğim örnekler güncel değildir!

PARANIN YOLU BURADAN GEÇER


1)Takip ettiğin ligin tüm maçlarını izle.
2)İzlediğin maçlardan kısa ve öz notlar tut.
3)Takımların istatistiklerine bak.(Puan Durumu, Form Durumu, Alt/Üst istatistikleri vesaire gibi)
4)Takımlardaki sakat cezalı oyuncuları, muhtemel kadroları araştır.
5)Avrupa Bahis borsasını takip et.(Oranı Düşen Maçlar, Value Maçlar, En Çok Oynanan Maçlar)
6)Bahis forumlarında, takip ettiğin ligde yorum yazan kişilerin yorumlarını oku.
7)Aldığın oran, riski karşılaşın. Risk-oran dengesini iyi kur.
8)Her maça güven dereceni belirt.
*Bahiste az kazanmak, kaybetmekten iyidir.
*Her seri bir gün kırılır.

Bu yazı, GOAL Dergisi okurlarından İsa Karagöl'e aittir. Siz de yazınızı gönderin, burada yayınlansın.

21 Kasım 2010 Pazar

O Bir Efsane: Gabriel Omar Batistuta

“Batistuta cüzdanından çok kalbiyle hareket etti”

Efsaneler – Gabriel Batistuta

Yazan: Michael Bolling

Arjantin tarih boyunca dünya çapında forvetler üretmesiyle bilinmiştir. 70’lerde ve 80’lerde Mario Kempes ve Diegona Mardona vardı, şimdiyse Lionel Messi ve Carlos Tévez gibi oyuncular geleneği devam ettiriyorlar. Ama bu iki kuşak arasında, belki de tüm zamanların en iyi golcüsü bulunuyordu: Gabriel Batistuta.

Diyet yapmaya zorlandı

Batistuta 15 yaşında, memleketi Arjantin’in genç takımı Platense’ye katıldığı zaman kilosu nedeniyle “El Gordo” (Şişman) lakabını aldı. Newell’s Old Boys takımına gittiğinde, teknik direktör Marcelo Bielsa onu diyete bile soktu. Ama bu çok uzun süremedi ve dünya bu uzun saçlı Arjantinliyi ve sert şutlarını çabucak keşfetti. Arjantin’in River Plate ve Boca Juniors takımlarında sergilediği hünerler sayesinde Serie A ve Fiorentina’ya adım attı. Başarı için uzun süre bekletmedi ve ilk sezonunda 27 maçta 13 gol attı.

Floransa’da dokuz yıl kaldı

Çok az oyuncu, Floransa kulübündeki Batistuta gibi takımını sırtlamıştır. 1996’da bir bronz heykeli bile dikildi. Zirvedeki takımlarla rekabet etmeleri pek mümkün değilken dokuz yıl boyunca takımda kalması kulübüne olan bağlılığını gösteriyor. “Batigol” cüzdanından çok kalbiyle hareket etti ve Fiorentina 1993’te küme düşüp Serie B’ye gittiğinde takımını bırakmayarak bunu ispatladı. Batistuta, Serie A’ya geri dönüşlerini 26 golle gol kralı olarak kutladı.

Roma’da şampiyon

Bazı etkili koşular yapmasına rağmen, Batistuta en hızlı ve en çok koşan forvetlerden biri değildi. Set hücumlarda nadiren yer alır ve en iyi yaptığı şeye konsantre olurdu: Gol atmak. Şampiyonluğun cazibesine kapılmadan önce mor forma için 269 maçta 168 gol attı. Daha sonra Floransa’dan Roma’ya taşındı ve Roma 1983’ten bu yana ilk şampiyonluğunu kazanınca dileği yerine geldi. Batistuta mümkün olan her açı ve mesafeden gol atabileceğini gösterdi. 25-30 metreden atılan goller onun için sıra dışı değildi ve topa pek çok oyuncudan daha sert vuruyordu. Batistuta Roma’dayken yardımcı teknik direktörlerden biri, “Bence gözleri bağlıyken bile gol atabilir. Onu durdurmak için iki kaleci bile yetmez,” diyordu.

Dünya Kupası’nı hiç kazanamadı

Batistuta’nın en büyük pişmanlığı Arjantin’i Dünya Kupası zaferine taşıyamaması. ABD 1994, Fransa 1998 ve Japonya/Güney Kore 2002’de oynadı. Her ne kadar takımı başarılı olmasa da, Batistuta iki dünya kupasında hat-trick yapan tek oyuncu olarak hatırlanacak. Ayrıca Serie A’da art arda 11 maçta gol atan tek oyuncu (1994/1995). Roma’da geçirdiği üç yılın ardından, 2003’te kiralık olarak Inter’e gitti. Ama yaşı gittikçe ilerliyor ve formda kalmakta zorlanıyordu, bu nedenle kariyerinin son günlerini Katar’da geçirmeye karar verdi. Gollerini atmaya devam etti ve 2004’te tüm Arap liglerinin gol kralı ödülünü kazandı.

Milli takım teknik direktörü olabilir

Mart 2005’te bir dizi sakatlığın sonunda biten kariyerinin ardından yorumcu olmaya çalıştı ve teknik direktörlük kurslarına gitti. Arjantin’de pek çok kişi, Batistuta’nın eninde sonunda Arjantin milli takımının başına geçeceğini düşünüyor.

İsim: Gabriel Omar Batistuta

Doğum yeri ve tarihi: 1 Şubat 1969, Reconquista-Arjantin

Mevkii: Forvet

Oynadığı kulüpler: Newell’s Old Boys (1988-89), River Plate (1989-90), Boca Juniors (1990-91), Fiorentina (1991-2000), Roma (2000-03), Inter (2003), Al Arabi (2003-05).

Başarıları: Arjantin ligi şampiyonluğu (1991), Copa América galibi (1991, 1993), Konfederasyon Kupası galibi (1992), İtalya Kupası galibi (1996), İtalya ligi şampiyonluğu (2001), Copa América’nın gol kralı (1991), Serie A’nın gol kralı (1995), Arjantin’in en iyi oyuncusu (1998), Arap ligleri gol kralı olarak Altın Ayakkabı sahibi (2004), Fiorentina’da tüm zamanların gol kralı, Arjantin milli takımında tüm zamanların gol kralı.

Michael Bolling

19 Kasım 2010 Cuma

Okurun Kalemi: Tadı Var, Tuzu Da

Bu sezon Süper Lig'in tadı tuzu yok diyorlar. Böyle düşünmelerinde 3 büyükler Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın istikrarsız sonuçlarının parmağı olabilir. Ancak ben böyle düşünenlere pek de katılmıyorum.Katılmamakta da haklı nedenlerimin olduğunu düşünüyorum.İsterseniz o nedenleri sizlere şöyle sıralayayım..

Karadeniz Fırtınası Esiyor !

Ligimizin en tecrübeli teknik adamlarından Şenol Güneş yönetiminde galibiyetleri peşpeşe sıralayan Trabzonspor, kuşkusuz Süper Lig'in en formda takımı. Geçtiğimiz hafta son şampiyon Bursaspor deplasmanında kusursuz bir oyunla galibiyete uzanmayı bildiler. Yeni transfer Jaja ve Umut Bulut'un muhteşem oyunu alınan galibiyette büyük faktör oynamıştı. Şu anki futbolu ve ligdeki konumuyla Karadeniz Fırtınası şampiyonluk için en büyük favorim.

Gurbetçi Kayserispor

Şota'nın takımın başına gelişi aslında Kayserispor adına büyük bir değişiklik yaratmadı. Gurbetçi oyuncu geleneği Tolunay Kafkas hoca ile başlamıştı. Genç gurbetçi oyuncuların takıma kazandırılmasında büyük çaba harcayan Tolunay hocanın o dönem en büyük destekçisi Genel Menajer Süleyman Hurma idi.Genç oyunculara olan yatırım bu sezon meyvesini vermeye başladı. Kayserispor şu an ligdeki konumu ve oynadığı futbol ile ligimizin en keyif veren futbolunu oynayan takım konumunda kuşkusuz.

Belediye Hep Çalışıyor !

Belediye hep çalışıyor diyorum çünkü Abdullah Avcı yönetiminde sadece bu sezon değil 2-3 sezondur istikrarlı formlarına devam ediyorlar. Abdullah Avcı'nın takımın başında olduğu sezonlar boyunca ısıran bir takım izledik. Özellikle diğer İstanbul temsilcileri karşısında sıkça sürpriz galibiyetlere imza attılar. Kontra atak futbolunu ligimizde en iyi uygulayan ve bunun meyvesini de en değerli biçimde alan tek takım olan Belediyespor, gelecek haftalar adına büyük umut ışığı yayıyor.

Karabük'ün Emenikesi Var !

Yücel İldiz yönetiminde ligimize bu sezon merhaba diyen Karabükspor, kısa sürede taraflı tarafsız futbol severlerin takdirini toplamayı başardı. Cernat, Hakan Özmert ve takımın kısa sürede sembol oyuncusu haline gelen Emenike bu başarıda başrol oynadılar. Yücel İldiz her ne kadar Karabükspor takım oyunu ile kazanıyor dese de alınan bu başarılı sonuçlarda Emenike faktörünün yerini çok ayrı görüyorum.

Futbol Şehri: Antalya

Neden böyle bir başlık attım. Antalya'nın seri galibiyetleri ve sonrasında liderlik koltuğuna oturması vs. değil bana bu başlığı attıran. Tek bir isim var "Mehmet Özdilek" İstikrara önem veren Antalyaspor, kısa sürede Mehmet Özdilek ile futbol şehri olmayı başardı. Futbol şehri diyorum çünkü Antalyaspor Süper Lig'in müdavimi. Antalyaspor'un alelade bir maçını dahi izlemiş olsanız sahadaki iştahlı futbol seyir zevkini yükseltiyor. İşte bu yüzden Antalya, futbol şehri olmayı fazlasıyla hak ediyor.

Oğuz Alp Tan

*Bu yazı GOAL Dergisi okurlarından Oğuz Alp Tan'a aittir ve GOAL Dergisi Blog'da yayınlanması için kendisi tarafından gönderilmiştir. Siz de yazınızı bu ekranda görmek ve GOAL Dergisi'nde sesinizi duyurmak istiyorsanız bize ulaşın. Adresi artık biliyorsunuz!

13 Kasım 2010 Cumartesi

İngiliz Futbolu Nasıl Kurtulur?

 “Genç oyuncuları seçmek Premier League’de bile popüler”

İngiltere ileriye bakıyor

Yazan: Pierre Eklund

Güney Afrika’daki Dünya Kupası, 1966’dan bu yana en büyük şenlik olacaktı. Ama İngiltere süratli, aç ve genç Almanya’ya yenilince şenlik acılı bir aşağılamaya dönüştü –bu aşağılama, nihayetinde, yeni bir şeyin başlangıcını işaret ediyor olabilir.

Daha çok yabancı oyuncu
İngiliz ligi uzun yıllar boyunca neredeyse tamamen İngiliz oyunculardan oluşuyordu. 1990’ların başında Premier League kurulunca İngiliz kulüpleri için şartlar değişti. Birden yabancı yıldızları satın alacak imkâna kavuştular ve bu oyuncuların sayısı gitgide arttı. Birkaç yıl önce Arsenal ilk 11’de ve yedek kulübesinde hiçbir İngiliz futbolcuya yer vermediğinde, bu trendin İngiliz futboluna nasıl zarar verdiği tartışılmaya başlandı. Eleştirmenler İngiltere’nin uluslararası seviyedeki son başarısızlığının altını çizdi. Ama ligdeki yabancı futbolcu sayısı Wayne Rooney, Steven Gerrard ve Frank Lampard’ın Güney Afrika’daki Dünya Kupası’nda neden formsuz olduklarını pek açıklamıyor.

Yabancıların olumlu etkisi
1992-93 sezonunun ilk haftasında sadece 10 yabancı futbolcu oynadı. 17 yıl sonra bugün ligde 347 yabancı oyuncu bulunuyor. Ama İngiliz oyuncu sayısının azalması çok kötü bir şey değil. Her hafta Cesc Fàbregas ve Fernando Torres ile karşılaşan bir İngiliz futbolcu, her hafta Nicky Butt ya da Chris Sutton çapında oyuncularla karşılaşan birine göre daha çok gelişim gösterir.

Yıllar boyunca Thierry Henry, Dennis Bergkamp, Gianfranco Zola ve Eric Cantona gibi yıldızlar binlerce İngiliz çocuğuna, geleneksel İngiliz futbolundan farklı bir futbol oynamak konusunda ilham verdiler. Bu yeni yetişen oyuncular, yabancıların olmadığı bir Premier League’i hatırlamıyorlar. Son yıllarda Joe Hart, Chris Smalling, Kieran Gibbs, Jack Wilshere, Jack Rodwell ve Danny Welbeck gibi genç yetenekler şans bulduklarında etkileyici performans sergilediler. Asıl soru şu: İngiltere gelecekte yeni genç yetenekler çıkarsa bile kendilerini göstermeleri için yeteri kadar maç süresi verecek mi?

Capello daha genç oyuncular istiyor
İngiltere, Güney Afrika’daki Dünya Kupası’nda başarısız olunca, Fabio Capello’nun derhal kovulması ya da istifa etmesi gerektiği söylendi. Ama Capello kalmak ve milli takıma taze kan vermek istedi. Futbol dünyası büyük, ama trendlere karşı hâlâ çok hassas. Genç oyuncuları seçmek popüler, hatta Premier League’de bile. Bu sezon başlamadan önce yeni kurallar duyuruldu. Buna göre 25 kişilik kadrodan sekiz kişi, 21 yaşına gelmeden önce en az üç yıl o klüpte oynamış olmalı. Aynı dönemde finansal kriz nedeniyle pek çok kulüp riskli bir duruma düştü, bu nedenle kendi yeteneklerine odaklanmaları gerek.

Bolton yöneticisi Phil Gartside, ağustos ayında yaptığı açıklamada, ligi daha üst derecelerle bitirmek için kulübün genç yeteneklere daha fazla odaklanacağını açıkladı. Bir hafta sonra Macaristan karşısında oynayan İngiltere kadrosunda Joe Hart, Jack Wilshere ve Kieran Gibbs oynama şansı buldu.

Kazanma eğilimi
Daha genç oyunculara bile baktığımızda, 1993 doğumlu olup zaten pek çok uluslararası turnuva kazanmış isimler görüyoruz. İspanyolların büyük turnuvalardaki kötü şansını, genç yaşlarında büyük turnuvaları kazanmayı öğrenmiş bir nesil yakalamaları sayesinde kırdıkları söyleniyor. Geçen bahar U-17 Avrupa Şampiyonası’nı ilk kez kazanan İngiltere takımında geleceğin pek çok yıldızı bulunuyordu. Eğer kulüpler bu oyunculardan azami seviyede faydalanırsa İngiltere’yi parlak bir gelecek bekliyor

İngiltere’nin gelecekteki yıldızları
U-17 Avrupa Şampiyonası’nı kazanan İngiltere kadrosunda geleceğin pek çok yıldızı bulunuyor. Turnuvada üç gol atan Connor Wickham, en iyi genç yetenek olarak görülüyor. Kadrodaki bazı oyuncular şunlar:

*Nathaniel Chalobah, savunma, Chelsea
*Luke Williams, orta saha, Middlesbrough
*Ross Barkley, orta saha, Everton
*Benik Afobe, forvet, Arsenal
*Robert Hall, forvet, West Ham
*Connor Wickham, forvet, Ipswich  

9 Kasım 2010 Salı

Bank Asya 1. Ligin En İyi Yabancı "Aday"ları

Bank Asya 1. Lig takımlarına 2008-2009 sezonunda yabancı futbolcu oynatma hakkı verilince ligin kalitesi bir anda değişti. Çoğunlukla Güney Amerika’dan ve Afrika’dan gelen bu genç oyuncular öksüz kalmış 1. Lig’i yeniden gündeme taşıdı. Takımlara yabancı oyuncu oynatma hakkının verilmesi daha ilk sezonunda meyvesini verdi ve Ordusporlu Bruno Mezenga 2008-2009 sezonunu gol kralı olarak tamamladı. Geçtiğimiz sezonun yıldızı ise Kardemir Karabüksporlu Emmanuel Emenike’ydi. Bu sezonun yıldızlaşması muhtemel isimleri şöyle;

Marvin Zeegelaar

Boluspor ses getiren bir transfere imza atarak Ajax altyapısından 20 yaşındaki sol açık Zeegelaar ile anlaştı. Ajax A takımıyla 2 maçta forma giyen ve teknik direktör Martin Jol’un rotasyon oyuncularından biri haline gelen Zeegelaar, bire birde etkili ve çabuk bir futbolcu. 1.86’lık Surinam asıllı Hollandalı BA1L’nin yeni ithal yıldızı olabilir.

Andrei Ionescu

Romanya’da hatrı sayılır bir kariyeri olan ve çeşitli takımlarda antrenörlük yapan Yüksel Yeşilova, geçtiğimiz sezona Giresunspor’un teknik direktörü olarak başlamıştı. Giresunspor’da beklenen başarı yakalanamadı belki ama Romanya’dan getirdiği Ricardo Pedriel büyük işlere imza attı. Yeşilova’nın bu sezonki “Romanya transferi” Ionescu. Mersin İdman Yurdu 22 yaşındaki ofansif orta saha oyuncusunu Steaua Bükreş’ten 1 yıllığına kiraladı. Romen futbolcu 14 kez ülkesinin ümit milli takımında oynamış.

Maxwell Ofuyah

Bank Asya 1. Lig’in yeni takımlarından Akhisar Belediyespor, 19 yaşındaki genç Nijeryalı Ofuyah’ı transfer ederek kulüp tarihinin ilk yabancı transferine imza attı. Geçtiğimiz sezon Kocaelispor’a transferi ekonomik sıkıntılar sebebiyle son anda gerçekleşmeyen oyuncu, 1.93 cm boyunda bir santrfor. Son olarak, Ofuyah’ın 2 kez ümit milli olduğunu hatırlatayım.

Simon Zenke

Sıra geldi Samsunspor’un Nijeryalısına. Fransa’nın RC Strasbourg takımından transfer edilen Zenke, transfer gündemine epey malzeme olmuş, ismi birçok Bank Asya 1. Lig takımıyla anılmıştı. Nihayetinde Samsunspor’u tercih eden forvet, düzenli olarak Nijerya ümit milli takımının formasını giymekte. Zenke’nin en önemli özelliği hızı. Belki de yeni Emenike bir başka Karadeniz takımından çıkacak.

Flamente Abuaye

Beşiktaş’ın Nijerya’daki futbol okulunda keşfedilen Abuaye, kısa bir süre Beşiktaş antrenmanlarına katıldıktan sonra kendisini Çaykur Rizesporlu yapan sözleşmeye imza attı. Nijerya asıllı Ganalı futbolcu, geçtiğimiz sezon Heart of Lions takımında forma giyerken 12 maçta 19 gole imza atmış. Flamente Ç. Rizespor’da başarılı bir performans gösterir ve Beşiktaş tarafından beğenilirse 2 sezon içerisinde 600 bin Dolar karşılığında Kara Kartal’a transfer olabilecek.

Jovan Kostovski

Orduspor‘un Yunan takımı OFI Crete’den transfer ettiği Makedon forvet, 23 yaşında ve 1.88 cm boyunda. Makedon milli takımının tüm genç kategorilerinde oynamış olan Kostovski, OFI’den önceki kulübü Vardar’la Schalke 04’e karşı UEFA Kupası’nda mücadele vermiş.

Rafael Paraíba

Anlaşılan o ki Mersin İdman Yurdu bu transfer dönemini oldukça hareketli geçirmiş. Ionescu ile bombayı patlatan MİY’in forveti bir Brezilyalı. 21 yaşındaki Paraíba, Ronaldinho’nun da yetiştiği Gremio kulübü mahsullerinden. Geçtiğimiz sezon kiralık olarak Hırvatistan kulübü Hajduk Split’de forma giyen oyuncu, gelecek sezon Tevfik Sırrı Gür Stadyumu’nu şenlendirecek. 

Göksel Sert












*GOAL Eylül sayısında yayınlanmıştır.

7 Kasım 2010 Pazar

60. Sayfa

GOAL Kasım sayısı okurlardan çok iyi geri dönüşler aldı. Konular ve yazılar çok beğenildi. Fakat Kasım sayısında nazar boncuğu kıvamında bir olay yaşadık. Biliyorsunuz, GOAL uluslararası bir dergi ve GOAL Türkiye'de yabancı yazarların yazıları da yer alıyor. İşte o yazılardan biri elimize geç ulaştığı için sorunlar yaşandı ve derginin 59. sayfası, 60. sayfaya da basıldı.

GOAL Dergisi Blog olarak belki dünyada bir ilke imza atıyoruz ve dergide yayınlan(a)mayan bir sayfayı okurlarımıza özel olarak internetten yayınlıyoruz. Bu aksaklık için bizi affetmeniz umuduyla, keyifli okumalar!

5 Kasım 2010 Cuma

Okurun Kalemi: Üç Krallık Efsanesi ve Endüstriyel Futbola Geçiş

Çin, Japonya, Kore gibi ülkelerin birçok efsaneleri vardır. Çoğumuz çocukluğumuzu Bruce Lee’nin tekmeleri ve Jackie Chan’in akrobatik hareketlerini izleyerek kendi dövüş sanatlarımızı geliştirdik. Bir çok popüler kahramana sahip olmasına rağmen, bu ülkelerden çıkan en büyük efsane hiç şüphesiz Üç Krallığın etkileyici hikayesidir. Çince ismi Chi Bi olarak geçen bu tarihi efsane Çin tarihinin en önemli destanlarından biridir. Hikayede bütün ülkeye hükmeden Hun İmparatorluğu halkın isyanından sonra iktidardan düşer ve koca Çin’in yeni imparatoru olmak için üç krallık birbirlerine meydan okur. Kendi kimlikleri ve farklı yapılara sahip olan bu üç krallık arasında asırlar süren bir savaş başlar. Tarihin en gelişmiş savaş stratejilerini geliştiren bu üç efsane krallık seneler geçtikçe başlarında bulunan liderlerinin kötü ve yanlış yönetimlerinden dolayı hiç bir zaman hedeflerine ulaşamamışlardır.

Ligimizin 10. haftası itibariyle sıralamanın ilk üçünde hiç bir büyük kulübümüzü göremeyerek tarihi bir ilke şahit olmaktayız. Son iki senelik gidişata ve Anadolu kulüplerinin gelişimine bakarsak, üç büyüklerimizin aynı Çin’in üç krallığı gibi yanlış yönetimlerden dolayı ciddi bir çöküşte olduğu bir gerçek. Tabii ki yaşanan bütün sorunların sebebi yönetimdir demek yanlış olur, fakat teknik direktörü ve futbolcuları kulübe getiren yönetimler olduğu için en büyük eleştiriyi yönetimlerin hak ettiği adil bir düşünce olsa gerek. Kulüplerin başına gelen yöneticilerin takımın menfaatlarını düşündükleri ve iyi niyetleri sorgulanamaz, fakat yaptıkları yanlışların ciddi anlamda takımları etkilediği ortada.

Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük çöküş nedenlerinden biri Avupa’da gelişmekte olan endüstri devrimine ayak uyduramaması olarak görülür. Son 10 senedir futbolu ve takımları kökünden değiştiren endüstriyel (ya da kapitalist) futbol anlayışı birçok Avrupa ligi tarafından uygulamaya koyulmuştur. Endüstriyel futbolun beraberinde getirdiği minimum risk alan futbol, fizik gücüne dayalıdır ve teknik oyuna minimum yer bırakır (Brezilyalıların Avrupa’da son 10 senedir ciddi sıkıntı çekmesinin en büyük nedeni budur). Futbolu değiştirmesiyle beraber yönetimlerin takımları artık bir şirket olarak yönetmelerini ön gürür ve taraftarlara bir müşteri olarak bakmalarını zorunlu kılar. 

Üç büyüklerimizin yöneticileri bazı konularda endüstriyel futbola ayak uydurmayı başarsalar da, birçok konuda sınıfta kalmışlardır. Başarısızlıklarının en önemli unsurlarından biri takımlarını birer şirket olarak yönetememeleri ve kendi egolarına yenik düşmeleridir. Son senelerde gündemimize gelen Sportif Direktörlük çok geç gelen doğru bir adımdır, fakat halen doğru düzgün uygulanamamaktadır. İcabında soyunma odalarına inen, futbol takımının herşeyine karışan başkanlar bir şirket yerine bir imparator olarak takımlarını yönetmektedirler. 

Başarısızlıklarının ikinci bir örneği günü kurtarma amaçlı yapılan transferlerdir. Her sezon başında Avrupa’da bir zamanlar başarı yakalamış, fakat son birkaç senedir düşüşte olan futbolcuları transfer ederek taraftarları mutlu eden ve forma satışlarını arttıran yönetimler uzun vadede ciddi sorunlar yaratmışlardır. Anelka, Ortega, Frank De Boer, Kezman, Linderoth, Kewell, Keita, Santos, Josico, Ricardinho, Kleberson transferleri son 10 sene gerçekleşen bu tür transferlerden sadece birkaçıdır. Transfer olduktan sonra yaş ya da sağlık nedenleriyle birçok sakatlık yaşayan bu transferler uzun vadeli takım planlamasını engellemekle birlikte, çok az resmi maçlara çıkarak takımdan aldıkları maaşların karşılıklarını verememişlerdir. Bu tür günü kurtarma amaçlı yapılan transferler yerine genç ve mevkiisine göre yükselişte olan futbolcular getirilseydi takımlarımız Avrupa kupalarında çok daha büyük başarılara imza atabilirlerdi.

Yönetimlerin yabancı transferlerindeki başarısızlıklarıyla alakalı bir başka unsur da hiç şüphesiz teknik direktör politikalarıdır. Bir teknik direktör getirmeden önce mevcut kadronun ne tür bir teknik adamla en fazla verim alabileceğini düşünmeyen yönetimler, yine günü kurtarma amaçlı ve isme dayalı teknik direktörleri seçmişlerdir. Getirdikleri teknik direktörlerden ilk 6 aylarında bile birincilik isteyen ve bir maç kaybına bile tahammülü olmayan yönetimler(ve taraftarlar), teknik adamların istedikleri türde oyuncular getiremeyerek bu konuda da başarısız olmuşlardır. Özellikle kendi sistemlerinde ısrarcı olan isim yapmış yabancı teknik adamlar ellerinde uygun kadroları olmadığı için çok kısa bir dönemden sonra milyon dolarlar dolu çantalarla ülkelerine dönmüşlerdir. Ülkemizde en başarılı yabancı teknik adamların Lucescu ve Daum gibi hocaların olmasının en büyük nedeni ellerindeki kadrolara göre sağlam defans oynatmalarıdır. Son 10 senedir en büyük başarıların Fenerbahçe’de üç senelik Daum döneminde, Galatasaray’da iki senelik Lucescu dönemlerinde yaşanması teknik direktör ısrarının ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir. Son 10 senede en fazla teknik direktör değiştiren ve iki tam sezonluk sabrı sadece Lucescu’ya gösteren Beşiktaş iki kere şampiyon olmuştur. Buna karşılık son 10 senede yakın oranda teknik direktör değiştiren ve biraz daha ısrarcı davranan Fenerbahçe ve Galatasaray 4 kere şampiyon olmuştur. Uzun vadede başarının teknik direktörlere sabırlı ve destek olmanın en önemli unsur olduğunu göremeyen yönetimler bu konuda da sınıfta kalmıştır.

Günümüzde mütevazi bütçelerle endüstriyel anlamda doğru adımlar atmış Bursaspor, Kayserispor ve Trabzonspor’un zirvede olmaları hiç de şaşırtıcı değil. Bu takımların en büyük özellikleri genç ve yükselişte olan yabancı transferleri ve teknik direktörlerinde ısrarcılıkları(özellikle Kayseri ve Bursa). Ligimizdeki rekabetin artması adına Anadolu takımlarının zirveyi zorlamaları elbette güzel bir gelişme, fakat üç büyüklerimizin bulundukları durum bir hayli düşündürücü. Umarız yönetimler egolarını yenip, yaptıkları yanlışları hızlı adımlarla düzeltebilirler. Taraftar ve sevgi açısından hiçbir zaman büyüklüklerini kaybedemeyecek olan büyüklerimizin başarı anlamında Çin’in üç krallığına benzemeleri bütün futbol severleri üzecektir.

*Bu yazı GOAL Dergisi Blog okuru Cem Kırgız(midaskral.blogspot.com)'a aittir. Siz de yazınızın burada yayınlanmasını ve GOAL Aralık sayısında yer alma fırsatını yakalamak istiyorsanız, vakit geçirmeden yazınızla birlikte bize ulaşın.

4 Kasım 2010 Perşembe

Modern Futbolun Kahramanları: Gerrard


“Gerrard, her pozisyonda oynatabileceğiniz bir futbolcu.”

José Mourinho, Real Madrid teknik direktörü


Steven Gerrard, Güney Afrika'daki Dünya Kupası'na doğru yola çıkarken, felaket geçen
bir sezonun ardından menajer Rafael Benítez'i kovan bir Liverpool bıraktı ardında. Büyük
umutlarla gittiği turnuva da moralini düzeltmedi. Almanya karşısında aldıkları 4-1’lik
hezimetin ardından kaptan olarak eleştiri ve protestolara göğüs germek zorunda kaldı. Bunca
sıkıntı arasında, transfer olup olmayacağı da ayrı bir soruydu –sadece basında değil, aynı
zamanda Gerard’ın da kafasında.

Yazan: Michael Qureshi ve Keith Mabbutt


Bu herkesin bilmediği, büyük ihtimalle bütün İngiltere ve Liverpool taraftarlarının boğazlarını
düğümleyecek bir hikâye, ama Steven Gerard özürlü olmak ve sahip olduğu müthiş kariyeri hiç
yaşamamak üzereydi.

20 yıl öncesine dönelim. 10 yaşındaki yetenekli futbolsever Steven ailesiyle tatildedir. Sahilde
oynayıp koşarken bir top görürür. Tıpkı 9 yaşından beri yer aldığı Liverpool'un gençlik
akademesinde yaptığı gibi topa vurur. Ama küçük Steven topun bir tırmığa sıkışmış olduğunu
anlamamıştır. Tırmığın bir dişi ayağına saplanır. Her yer kana bulanır ve Steven onu hastaneye
götürmek için ambulans gelmeden önce neredeyse bayılmak üzeredir. Doktorlar bu vahim kaza
yüzünden tetanoz olmasından dolayı endişe ve korku içindedir. Çözüm olarak ayağındaki bütün
parmakların kesilmesi düşünülmektedir.

Gerrard, France Football'a verdiği röportajda “Dehşete kapılmıştım. Bir daha futbol
oynayamayacağımı düşündüm,” diyordu.


Hayatının en kötü günleri

Doktorlar Liverpool'un gençlik akademisi başkanını çağırdılar. Başkan olayın korkunç olduğunu
düşünüyordu, ama Gerrard'ın ailesi ile beraber parmakların kesilmesinin ancak son çare olacağına
karar verdi. Gerrard'ın hayatının en zor günleriydi.

Elbette ki işler Gerrard için o raddeye gelmedi. Bu yaz Dünya Kupası'ındaki İngiltere'nin
kaptanı, lideri, golcüsü, yaratıcı ve kilit oyuncusuydu. Bütün dünya onun dünyanın en komple
oyuncularından biri olduğunu görebildi. Gerrard geçen sezon Liverpool'un zirveden düşüşüyle
boğuşurken bu durum o kadar açıkça görülmüyordu. Liverpool'un yerel kahramanı İngiltere'nin
Dünya Kupası takımına katılırken, Liverpool onun yer aldığı dönemin en büyük krizini yaşıyordu.
Kulüp, Premier Lig'i hayal kırıklığı içinde yedinci bitirmiş ve kupa kazanma hayalleri Avrupa
Ligi'nde Atlético Madrid'e elendiklerinde yok olup gitmişti. Yaklaşık olarak Gerrard'ın Güney
Afrika uçağına binmesiyle aynı zamanlarda, menajer Rafael Benítez kovuldu ve kaptanın geleceği
tartışma konusu haline geldi.

“Geçen sezonu ikinci bitirdiğimiz göz önüne alındığında, bu sezon büyük bir hayal kırıklığıydı.
Amacımız bir adım daha ileriye gidip şampiyon olmaktı, üç adım geriye gitmek değil. Umarım
şimdi Liverpool için doğru tercihi yaparlar. Olaylara bakacak, geleceğimi değerlendirecek ve
kararımı vereceğim,” diyordu Benítez'in kovulmasının bir ayıp olduğunu düşünen Gerrard.
“Başarısızlığın bütün suçunu Rafa'ya yükleyebilirisiniz,” diyordu. “Açıkçası bundan oldukça
sorumlu ve bunu engellemeye yeterince çalıştığını düşünmüyorum. Bu şekilde sona erdiği için
onun adına üzgünüm ve Inter'de ona bol şans diliyorum. Ama oyuncular da suçlu ve pek çoğumuz
gösterdiğimiz performans yüzünden utanç duymalıyız. Kişisel olarak çok iyi değildim. Geçen sezon
alışıldık seviyeme ulaştığımı sanmıyorum.”


İlgilenen pek çok takım

Real Madrid zaten Dünya Kupası'ndan önce Gerrard'la ilgileniyordu. Portekizli teknik direktör
José Mourinho, yıllardır Gerard'ın gerçek bir hayranı ve onu komple bir oyuncu olarak övüyor.
Mourinho Cehalse'yi yönetirken bile Liverpool kaptanının peşindeydi.

“Gerrard her pozisyonda kullanabileceğiniz bir oyuncu. Herşeyi yapabilir ve harika bir yaşta. Bir
oyuncunun kariyerinin bu noktasında para mesele değildir, önemli olan son döneminde dışarıya
açılmasıdır. Gerard'ın Liverpool'dan başka bir takımı denemesini ve her ne kadar Şampiyonlar
Ligi'ni kazandığını bilmeme rağmen, kupa kazanmanın nasıl bir şey olduğunu hissetmesini
umuyorum,” diyordu Mourinho.

Gerrard da yakın zamanda göreve atanan Real teknik direktörünü methetmeye karşı değil.
“Mourinho teknik direktörlüğe yeni bir nefes verdi,” diyordu. “Tavır ve sözleriyle çok fazla dikkat
çekiyor, ama aldığı sonuçlara göre değerlendirilmeli. Onu inanılmaz iyi bir menajer ve güçlü bir
lider olarak görüyorum, gelecekte daha fazla kupa kazanacağına eminim.”

Barcelona ve Chelsea gibi Avrupa'nın en iyi kulüplerinin çoğu da kollarını açmış bekliyorlardı.
Gerrard için mesele sadece basının ilgisi değildi. Geleceğinin alacağı yön hakkında bir karar anı
yaşıyordu.

O dönemde verdiği bir röportajda “Doğru şeyi yapıp yapmadığımı merak ediyorum; Liverpool'dan
başka bir takımı denemezsem pişman olup olmayacağımı. Yeni bir mücadeleye girebilmem için son
şansım. Son sözleşmemi imzalayacak yaşa geldim. Ama bütün bu zaman boyunca en önemli şey,
tamamen Dünya Kupası'na odaklanmak oldu,” diyordu Gerard.


2006'daki spekülasyonlarla yaşanan sıkıntı

Chelsea'ye transfer olma ihtimali nedeniyle 2006 Dünya Kupası'nın onun için kısmen
mahvolduğunu açıklıyor.

Gerard, Dünya Kupası öncesinde The Times'a “Her gün antremandan sonra eve dönmek için acele
ediyor, gazete ve internette hakkımda yazılanları okuyordum. İnsanlar etrafımı sarıyor, külüpler
arasında pazarlık yapıldığını söylüyorlardı. Chelsea'nin benimle ilgilendiğini menajerim vasıtasıyla
biliyordum. Gidip gitmemeyi sürekli düşünmek beni deli ediyordu. Zihinsel olarak beni altüst ettiği
için bu kez Dünya Kupası sırasında tekrar bunları düşünmemeye karar verdim,” demişti.


Sorunlar bitmiyor

Gerrard, Dünya Kupası'nda İngiltere'nin çok istenen kaptanlık pazubandını taktı. Ama turnuvanın
sonunda Liverpool’daki durumun aynısını yaşadı. İngiltere büyük hayal kırıklığı yaşamış, bütün
kamuoyu faturayı Capello ve futbolculara çıkarmıştı. Gerard bir ara milli takımdan ayrılmayı bile
düşündüğünü kabul etti. Ama anlık ve geçici bir düşünceydi bu. Soğukkanlı bir biçimde, bir kaptan
olarak bütün takımı için ayakta durdu.

“Düşündüğümüz kadar iyi değildik. Uçağa bindiğimizde bütün oyuncular yıkılmıştı. Mesele sadece
Fabio’yu suçlamak değil. Bütün oyuncular, ben de dahil, bunun sorumluluğunu paylaşmalıyız.
Benim açımdan mevcut menajeri gönderip her şeye tekrar baştan başlamak aptalca olur. Hem
dışarıda Capello’da daha iyi bir menajer mi var?”

Aslında bu olaylardan önce de pek çok kişi Gerard için bunun son büyük turnuva olduğuna
inanıyordu. Bütün o milli maçlar ve kulüplerin gitgide artan yoğun maç programı, 30'unu geçen
futbolcuların yalnızca klüplerine ve ailelerine konsantre olmayı istemesi anlamına gelir.

Ama turnuvadan önce “Düşündüğüm bir şey değil,” diyordu . “Dünya Kupası'ndan sonra milli
kariyerime devam etmek niyetindeyim, ama gelecekte ne olacağını asla bilemezsiniz. Bütün bu
soruları anlayabiliyorum, ama 30'u geçtikten sonra bütün seçeneklerinizi daha derinlemesine
değerlendirmek zorundasınız ve ayrıca geçmişte neler başardığınıza bakmak için de zamanınız var.”
Elbette ki Gerrard kazandığı kupalardan, İngiltere ve Liverpool için oynayıp kazandığı pek çok
maçtan kesinlikle utanmıyordu.


Liverpool yalnız yürümeyecek, çünkü Gerard var

Turnuva bitmiş, Gerard evine dönmüştü. Ama ne kadar süre için? Işte bu soru sıcaklığını hâlâ
koruyordu. Liverpool’un yeni teknik direktörü Roy Hodgson büyük futbolcuyu takımda görmek
istediğini açıkça belirtmişti, ama Gerard’ın kafası karışıktı. Liverpool kulübü ise yeni yapılanmanın
iskeletini bir an önce belirlemek istiyordu. Bu nedenle temmuz ayının ortalarında kesin kararını
vermesi için Gerard’a 14 gün süre verdi. Ve sonunda mutlu haber: Gerard kırmızı formayı giymeye
devam edecek.

Kararı duyurulduğunda ”Roy Hodgson ile özel olarak görüşmek istedim ve bunu yaptığım zaman
gelecek için yaptığı planlardan etkilendim,” diyordu. Daha sonra bu planların içine Chelsea’den
Joe Cole’un da dahil olduğu anlaşıldı. Görünüşe göre böylesi büyük bir transfer Gerard’ın takımına
olan inancını arttırmıştı.

Bunca sarsıntılı bir dönemden sonra Liverpool’un hemen toparlanmasını beklemiyoruz. Ama
Gerard’ın daha pek çok golünü seyredeceğimize eminiz ve bundan hiç de şikayetçi değiliz.


KISACA KARİYERİ

*Steven Gerrard 9 yaşındayken Liverpool'un yetenek avcıları tarafından keşfedildi ve kulübün
gençlik akademisine başladı.

*14 yaşında, Machester United dahil, pek çok kulübün denemelerine katıldı.

*A takımla ilk maçına 18 yaşında, Balckburn'e karşı çıktı.

*Gerrard’ın ilk iki sezonu etkileyici olmaktan uzaktı ve sırt problemleri nedeniyle pek çok kez
ameliyat oldu.

*2000/01 sezonunda gerçek potansiyelini gösterdi. Liverpool'un FA Cup, Lig Kupası ve UEFA
Kupası kazandığı sezonda 50 maça ilk 11'de başladı.

*İngiltere forması altında ilk maçını 31 Mayıs 2000'de, Ukrayna'ya karşı oynadı. Ayrıca o yaz
İngiltere'nin Euro 2000 takımında yer aldı.

*Milli forma altında ilk gölünü 2001'de Dünya Kupası elemelerinde Almanya'ya karşı alınan tarihi
5-1'lik galibiyette attı.

*Ekim 2003'te, dönemin Liverpool menajeri Gerard Houiller tarafından takım kaptanlığına getirildi.

*2004 yazında, aklının çelindiğini kabul etse de, Chealsea'nin 20 milyon £'lik teklifini reddetti.

*Şampiyonlar Ligi'nin en unutulmaz geriden gelişlerinden birini yaşadı. Milan'a karşı 3-0 yenikken
beraberliği yakaladılar. Gerrard normal zaman içindeki son golü attı.

*2005 yazında, Liverpool ile aralarındaki süre uzatma görüşmeleri bozuldu. Yönetim kurulu
Gerrard'ın kulüpteki süresinin sona erdiğini ilan etti. Hemen ertesi gün kulübüyle dört yıllık
sözleşme imzaladı.

*2005/06 sezonunda, 53 maçta 23 gol attı. John Barnes'tan bu yana Premier Lig'de yılın futbolcusu
seçilen ilk Liverpool oyuncusu oldu.

*Liverpool'un kazandığı 2006 FA Cup finalinde iki gol attı. Gerrard böylece Şampiyonlar Ligi,
UEFA Kupası, FA Cup ve Lig Kupası finallerinde gol atan ilk oyuncu oldu.

*2006'daki Dünya Kupası'nda İngiltere'nin en golcüsüydü (2002'de sakattı).

*Milan'ın intikamını aldığı 2007 Şampiyonlar Ligi finalinin kaybeden tarafındaydı.

*Ekim 2007'de Liverpool forması altında 400. maçına çıktı ve birbirini izleyen yedi maçta gol attı.

*10 Mart 2009'da Liverpool ile 100. Avrupa maçına çıktı. Rakipleri Real Madrid'di ve Gerrard iki
gol attı.

*22 Mart 2009'da, Aston Villa'yı 5-0 yendikleri maçta ilk hat-trick'ini yaptı.

*2009'da, son 19 yıldır İngiliz spor yazarları tarafından yılın oyuncusu seçilen ilk Liverpool
futbolcusu oldu.

*Rio Ferdinand sakatlandıktan ve John Terry'nin kaptanlığı alndıktan sonra Güney Afrika'daki
Dünya Kupası'nda İngiltere kaptanlığına getirildi.


Gerrard hakkında söylenenler

“Messi ve Ronaldo kadar ilgi görmüyor. Ama dünyanın en iyisi o değil mi? Bence öyle.”

Zinedine Zidane, futbol efsanesi

“Onu sağ beke, ortasahanın ortasına, kanada, forvete koyabilirsiniz. Her şeyi yapabilir.”

Jamie Carragher, Liverpool ve milli takım arkadaşı.

“O menajerlerin sevdiği tarzda bir oyuncu ve beyefendidir. Maç kadrosuna yazdığım ilk isimdir her
zaman.”

Rafael Benítez, eski Liverpool menajeri

“Nasıl attığını anlayamadığınız bazı goller atar. Her açıdan şut çeker ve her seferinde isabet
ettirmesine şaşarım.”

Fernando Torres, Liverpool takım arkadaşı


Gerrard'ın DJ'le olan kavgası

Steven Gerrard, 29 Kasım 2008'e kadar Bay Mükemmel olarak görülüyordu. Ama Newcastle'ı
yendikleri büyük bir maçın sonunda barda bir DJ ile kavgaya tutuştu. Sarhoş olan Gerrard, Phil
Collins şarkısı çalmasını istediği DJ Marcus McGhee'yi taciz etmeye başladı. Ama McGhee reddetti
ve olay bir kavgayla sonlandı. Gerrard, takip eden davada, McGhee'ye üç kez vurduğunu kabul
etti, ama bunun meşru müdafaa olduğunu iddia etti. McGhee bir dişini kaybetmişti ve yüzünde
morluklar vardı. Temmuz 2009'da jüri Gerrard'ı bütün suçlamalardan beraat ettirdi ve hakim
mahkemeyi onuruna leke sürülmemiş biçimde terkedebileceğini söyledi. Karar McGhee'nin çevresi
tarafından şiddetle eleştirildi.


Adım: Steven George Gerrard
Doğum yerim ve tarihim: 30 Mayıs 1980, Liverpool, İngiltere
Boyum: 183 cm.
Mevkim: Liverpool'un ortasahası
Forma numaram: 8
En iyi özelliklerim: Çok koşmak, takıma liderlik etmek ve gol atmak.
Daha iyi olmasını istedeğim özelliklerim: Aşırı yorgunluğa bağlı sakatlıklarımı önlemek.

Başarılar

Şampiyonlar Ligi galibi (2005); UEFA Kupası galibi (2001); FA Cup galibi (2001, 2006); Lig
Kupası galibi (2001, 2003); UEFA Süper Kupası galibi (2002, 2006); FA Community Shield galibi
(2002, 2007)

Bireysel ödüller

İngiltere Yılın Oyuncusu (2007), PFA Futbolcuların Futbolcusu (2006), FWA Senenin Futbolcusu
(2009), Member of the British Empire 2007.

Yüzde 100 GOAL

Sizler de GOAL'lü fotoğraflarınızı gönderin, içinden seçtiklerimizi GOAL Aralık sayısında ve burada yayınlayalım. Yalnızca poster değil içinde GOAL olan tüm fotoğraflarınızı gönderebilirsiniz.

Bize Twitter ve E-mail adreslerimizden ulaşın!

Yukarıda gördüğünüz serinin başlangıç fotoğrafı Fatih Korkmaz'a ait. Teşekkürler Fatih!

3 Kasım 2010 Çarşamba

Javier Mascherano: Maestro mu Problem Çocuk mu?


Mascherano bazı futbol otoritelerinin iddia ettiği gibi dünyanın en iyi orta
saha oyuncularından birisi olduğunu La Liga’da ispatlayabilecek mi? Bu yazıda
Mascherano’nun önümüzdeki sezondaki performansında kilit rol oynayacak bazı
etmenlerden bahsediyoruz.

Beklenen oldu ve Mascherano Liverpool’dan ayrıldı. Son üç sezondur Gerrard ile birlikte
Liverpool orta sahasının en öenmli isimlerinden olan Arjantin’li Benitez’in takımdan
ayrılmasının ardından ‘kupalar kazanabileceği bir takıma gitme isteğini’ gerçekleştirdi.
Katalan ekibi için bu transferin ne kadar önemli olduğunu inkar edemeyiz. Mascherano
rotasyonda bile kullanılsa, hali hazırda çok güçlü olan Barcelona orta sahası artık
herhangi bir sakatlık, yorgunluk veya (olası gözükmese de) formsuzluk halinde
gücünden pek birşey kaybetmeyecek gibi gözüküyor. Yok eğer Mascherano ilk 11’in
oyuncusu olursa, Barcelona orta sahası mücadele gücünü de artırmış olacak ki bu
Katalan ekibinin rakiplerini şimdiden korkutuyor olmalı.

Peki Mascherano bazı futbol otoritelerinin iddia ettiği gibi dünyanın en iyi orta
saha oyuncularından birisi olduğunu La Liga’da ispatlayabilecek mi? Bu soruya
şimdiden kesin bir cevap vermek imkansız ancak Mascherano’yu nelerin beklediği
ve futbolseverlerin ondan neler beklediği aşikar. İşte önümüzdeki sezona dair bazı
öngörüler:

1. Barcelona’nın Oyun Anlayışı

Mascherano’nun Premiership tecrübesi onun Barcelona’nın oyun hızına çok rahat
adapte olmasını sağlayacaktır. Bu konuda kimsenin şüphesi olduğunu zannetmiyorum.
Asıl soru Mascherano’nun Barcelona’nın sisteminde nerede olacağı ve ne iş yapacağı.
Barcelona’nın (ve bu seviyede oynayan birçok takımın) dizilişinin ne olduğu o kadar da
önemli değil aslında. Dinamik ve hareketli oyun oynayan, topa ve rakibe sürekli ve her
yerde basan ve sahaya her daim örümcek ağı gibi dağılan takımlarda oyuncular sürekli
alan değiştirip rakiplerini zorluyorlar. Peki bu sistemde Mascherano iyi bir performans
gösterebilir mi?

Benim şahsi kanım bu sistemin Arjantinli oyuncu için çok büyük bir şans olacağı.
Liverpool’dakinin aksine birlikte oynadığı isimlerin sadece bir ya da iki tanesi değil,
neredeyse tümü yüksek kapasiteyle, yorulmadan ve oyunu total olarak oynayan isimler.
Bu isimler arasında (eğer Messi ve Villa’yı dışarıda bırakırsak) yaratıcılık olarak öne
çıkan isimler Iniesta ve Xavi. Busquets ise daha az yaratıcı ve fakat mücadele gücü
çok yüksek bir isim. (Burada bir yanlış anlaşılma olmasın. Bu Busquets’in oyuna
hücum anlamında katkısının az olduğu anlamına gelmiyor. Söylemek istediğim şey
Busquets hucüma farklı şekilde katkı yapıyor, Xavi ve Iniesta farklı şekilde. Aynı şekilde
Busquets savunmaya farklı şekilde katkı yapıyor, Xavi ve Iniesta farklı şekilde.) Bu üç
isme Mascherano’nun eklenmesi Barcelona’nın oyununa katkı yapacaktır; özellikle de
hucümdaki dinamizm ve hareketlilik daha da artacaktır. Mascherano hızlı oynayabilen,

başarılı paslar atabilen ve dikine oynayabilen bir isim. Tabir-i caizse Barcelona orta
sahası artık sürekli hareket halinde olan bir kayış gibi dönecek/topu döndürecek ve
kilit anda Xavi, Iniesta veya Mascherano ile öldürücü pası atıp Messi veya Villa’yı golle
buluşturacaktır. Bu tip bir sistemde, Barcelona rakibin yarı sahasında yerleşmişken
Xavi, Mascherano, Iniesta, Messi’nin sürekli yer değiştirerek paslaştıkları anlarda hem
Villa’nın hem de geçtiğimiz sezonlarda da gördüğümüz şekilde Busquets’in rakip ceza
sahası içinde topla buluşmaları sıklaşacak ve bu da Barcelona’nın gol bulmasını daha
da kolay hale getirecektir. (Bunun olması için biraz zamana ihtiyaç var ama eminim
Guardiola bu sabrı gösterecektir.)

2. Sert Oyun

Mascherano sert bir oyuncu. Rakip sahada topa basarken de, adam tutarken de
savunmasına yardım ederken de rakibini sertlikle yıldırmaktan hoşlanan bir isim.
Bu tarzın Barcelona’ya katkısı şüphesiz olacaktır. Benim şahsi kanım Barcelona biraz
daha dayanıklı ve fiziksel olarak daha dinç ve rakibi karşısında varlığını hissettiren
bir takım olacaktır. (Mourinho’nun Madrid’de olması Barcelona’nın fiziksel olarak
güçlenmesini biraz da zorunlu hale getirdi aslında zira Portekizli’nin takımları hep
fiziksel olarak güçlü oldular ve biraz da bu sayede rakiplerini geçmeyi başardılar.)
Ancak Mascherano’nun getireceği bu anlayış katkısının bir de öteki yüzü olabilir.

Premiership Mascherano’nun oyun tarzına daha müsamahalı bir lig. Hatta İngiltere’de
bu tarz oyun hakemler, taraftarlar, basın ve teknik adamlar tarafından aktif bir biçimde
destekleniyor. La Liga için aynı şeyi söylemek zor. Mascherano’nun oyun tarzı bu
ligde daha sık cezalandırılacak ve belki de Arjantinli’den oyununu biraz yumuşatması
beklenecektir. Mascherano’nun bu oyunu devam ettirmesi ancak daha önceleri de çok
çektiği kart belasından çekmemek için çok ince bir çizgide yürümesi gerekecek. (Not:
Mascherano Barcelona forması ile çıktığı ilk maçta bu çizgiyi aşmasına rağmen kırmızı
kart görmekten ‘hayli şanslı bir şekilde’ kurtuldu.)

3. Problem Çocuk Mu Yüksek Beklentileri Olan Bir Dahi Mi?

Mascherano artık problemli bir oyuncu olmadığını ispatlamak zorunda. Hem West
Ham’dan hem de Liverpool’dan aynı sebepleri göstererek ayrılan oyuncu bir kez daha
aynı şeyi yaşamayı göze alamaz. Arjantinli eğer büyük başarılar yaşamak istediği için
Liverpool’dan ayrıldığını iddia ediyorsa, ki ediyor, bunun için Barcelona’dan daha iyi
bir ortam ve şans yakalayamayacağını da biliyor olmalı. Teknik adamla veya kulüp
yönetimi ile yaşanacak bir tane daha problem Mascherano’nun bu seviyede bir takıma
bir daha transfer olamaması anlamına gelebilir.

4. Fabregas Olmadı, Mascherano’yu Aldık

Barcelona klubü geçtiğimiz sezonun bitiminden itibaren Fabregas’ı almak istediklerini
gizleme ihtiyacı duymadılar. Mascherano bu transfer gerçekleşmediği için takıma
getirildi. Eğer işler kötü giderse taraftarların, basının ve hatta Barcelona’lı oyuncuların
bile kafalarını ‘ya Fabregas gelseydi’ sorusu meşgul etmeye başlayacaktır ki bu da

Mascherano’nun Barcelona kariyerinin çok kısa süreceği anlamına gelecektir. Bunun
olmaması için Mascherano’nun en iyi futbolunu kısa sürede ortaya koyması şart.

Künye

Adı: Javier Alejandro Mascherano
Doğum Yeri ve Tarihi: 8 Haziran 1984, San Lorenzo, Arjantin
Boyu: 1.74 m.
Klubü: FC Barcelona
Mevki: Orta Saha
Forma Numarası: 14
Lakabı: El Jefecito (Lider)
Başarıları: Arjantin Clausura (2004 – River Plate)
Brezilya Lig Şampiyonluğu (2006 – Corinthians)
Olimpiyat Altın Madalyası (2004 & 2008 – Arjanin

Kulüp Kariyeri

2003 – 2005 River Plate (46 Maç)
2005 – 2006 Corinthians (17 Maç)
2006 – 2007 West Ham United (5 Maç)
2007 – 2010 Liverpool (94 Maç)
2010 – FC Barcelona

Milli Takım Kariyeri

2003 Arjantin U20 (22 Maç)
2004 – 2008 Arjantin U23 (18 Maç)
2003 – Arjantin (62 Maç)

Neler Söylediler?

Jorge Valdano: ‘O büyük ihtimalle dünyanın en iyi orta saha oyuncusu. O sahadayken
teknik direktörü kenarda rahat bir uyku çekebilir.’

Diego Armando Maradona: ‘Mascherano’nun kaptanım olmasını istiyorum çünkü
bu forma için ne kadar ter döküleceğini, ne gibi fedakarlıklar yapılacağını ve takım
içi arkadaşlığın nasıl kurulacağını benim dışımda en iyi bilen oyuncu olduğunu
düşünüyorum.’

Pep Guardiola: ‘Mascherano defansif bir orta saha oyuncusu değil. O çok güçlü bir teknik
kapasitesi olan taktiksel zekası çok yüksek bir oyuncu.’

Roy Hodgson: ‘Hayatımda karşılaştığım en bencil oyunculardan bir tanesi.’

Bora İşyar

Dünyadan Futbol Blogları



A Football Report (http://afootballreport.com)

A Football Report Avrupa’nın en iyi hazırlanmış ve en geniş içerikli futbol bloglarından
birisi. Maç yorumları, taktiksel analizler, yıldızlar ve yıldız adayları ile yapılan
röportajlar, ve futbolun politik yüzü hakkında yazılar bulacabileceğiniz bloga dünyanın
dört bir yanından futbol yazarları katkıda bulunuyorlar. Eğer futbol dünyası hakkında
ciddi ve üzerine düşünülerek yazılmış yazılardan hoşlanıyorsanız, Eric Cantona’dan
esinlenerek hazırlanmış Philosofooty bölümüne bir göz atmanızı tavsiye ederiz.
Son olarak, Avrupa’da futbol sezonu sona erdiğinde A Football Report internette
erişebileceğiniz en ciddi transfer yorumlarını barındırıyor. Kısacası her futbolseverin
düzenli olarak takip etmesini önerdiğimiz bir blog…

BBC Football Blog (www.bbc.co.uk/blogs/football)

İngiltere’nin belli başlı futbol yazarlarının (Paul Fletcher, Tim Vickery ve tabii ki Phil
McNulty gibi) maç analizlerini, teknik ve taktik yorumlarını, futbol dünyasındaki
gelişmeleri değerlendirmelerini ve belki de en öenmlisi, büyük medya organlarında yer
al(a)mayan futbol gelişmelerini yorumlamalarını bulabileceğiniz BBC’nin futbol blogu
futbol tutkunu olan herkesin takip etmesi gereken bir platform. Yazarların kalitesinin
yanı sıra okuyucu yorumlarının fazlalığı bloga güzel bir dinamizm katıyor.

Soccer Lens (http://soccerlens.com)

A Football Report’un benzeri bir blog da Soccer Lens. Avrupa’nın büyük liglerinin
analizleri, maçlar öncesi ve sonrası yapılan yorumlar ve taktiksel analizler hayli güçlü.
Futbol oyunları ile ilgilenen okuyucular da blogun oyun yorumları ve tavsiyelerinden
yararlanacaklardır.

Two Footed Tackle (http://twofootedtackle.com)

Two Footed Tackle, İngiltere, İskoçya ve Amerikan (MLS) liglerini yakından takip
etmek isteyenler için ideal bir blog. Bu liglerde oynanacak maçlar hakkında tahminler
ve haftaya genel bakışlar, maç sonrası gelişmiş yorumlar, dünya futbol bloglarından
kaçırılmaması gereken yazılar, ve haftanın tüm dünyada kaçırılmaması gereken maçları
bölümleri okuyucularımızı tatmin edecektir. Two Footed Tackle yazarlarının her Cuma
futbol dünyasından önemli isimlerle yaptıkları röportaj, ortak analiz, ve yorumlardan
oluşan Podcast’leri de kaçırmamanızı tavsiye ederiz.

Scissors Kick (http://scissorskick.wordpress.com)

Scissors Kick Avrupa’dan futbol üzerinde sürekli güncel yorum, haber ve yorumları
bulabileceğiniz bir blog. Avrupa’da haftanın beklenen maçları üzerine yazılar, maç
sonrası yorumlar, teknik ve taktik analizler, ve aynı zamanda tarihsel/nostalji
yazılarını barındıran sitenin en çekici yanlarından birisi de Avrupa’nın dört bir yanında

yayımlanan gazete ve internet makalelerinden seçkileri de okuyucularına sunması.

Off the Post (www.offthepost.info)

Off the Post futbol dünyasında gülerek bakmak isteyen okuyucularımız için ideal bir
blog. Komik videolardan haberlere, sizi güldürecek güncel yorumlardan futbolcuların
moda anlayışlarının kritiklerine çeşitli yazıları bu blogun sayfalarında bulabilirsiniz.
Sayfalardaki maç yorumları daha ciddi bir tonda yazılsa da, belirli noktalarda
okuyucuyu gülümsetmeyi başarabiliyor.

Who Ate All the Pies (www.whoateallthepies.tv)

Futbol haberlerine gülmek isteyen, popüler kültürde futbolun yeri hakkında yazılar
okumak isteyen, futbol sahalarından enteresan olaylarn videolarını izlemek isteyen
okuyucularımız için ideal bir blog Who Ate All the Pies. İngiltere Premier Ligi’nden belli
başlı takımlar hakkında düzenli olarak verilen haberler ve bahis tahminleri de cabası.

Football Shirt Culture (www.footballshirtculture.com)

Eğer eski veya yeni, göz alıcı veya kahkalara boğucu komiklikteki futbol formalarına
ilgi duyuyorsanız bu blog tam size göre demektir. Football Shirt Culture takipçileri hem
klasik ve güncel formaları satın alma şansına sahipler hem de destekledikleri takımların
yeni sezon formalarını lanse edildikleri anda görebiliyorlar. Eğer sitenin forum
sayfalarına giderseniz diğer forma tutkunları ile forma alışverişinde de bulunabilirsiniz.

The Best Eleven (www.thebesteleven.com)

The Best Eleven tüm dünyadan futbol ile ilgili ilginç bilgiler ve istatistikler barındıran
bir site. Avrupa ve dünya ligleri ile ilgili başka yerlerde kolay kolay bulamayacağınız
rakamlara, tarihsel ve güncel bilgilere, ve istatistiksel analizlere ulaşmak için idea
bir adres. Geçtiğimiz aylarda blogda yayınlanan bazı ilginç konular arasında Avrupa
liglerinde top koşturan Afrika kökenli futbolcular, Avrupa ve dünya liglerinde seyirci
ortalamaları, 2010 Dünya Kupası oyuncu bazlı performans istatistikleri vardı.

2010-11 Sezonunun En İyi 15 Transferi


PREMIER LİG’DE TRANSFER DÖNEMİNİ DURGUN KILABİLECEK GELİŞMELER
YAŞANSA DA YENİ SEZONDA BİRÇOK FUTBOLCUYU ARTIK FARKLI TAKIMLARIN
FORMASINI TERLETİRKEN İZLEYECEĞİZ. YABANCI LİGLER EDİTÖRÜMÜZ BORA
İŞYAR PREMIER LİG’DE GERÇEKLEŞEN EN İYİ 15 TRANSFERİ BELİRLEYİP SİZLER
İÇİN MERCEK ALTINA ALDI.

Premiership ekipleri yaz aylarında transfer pazarında hayli aktif ve agresif politikalar
izlemeleri ile tanınırlar. Yabancı yatırımcıların çokluğu, Premiership’in cazibesi,
ve oyuncuların kariyerleri için büyük öneme sahip olan Avrupa kupalarında
Premiership takımlarının başarılı performans göstermeleri bu hareketliliğin önde gelen
nedenlerinderdir. İçinde bulunduğumuz yaz ayları ise İngiltere transfer piyasasının
alışa geldiğimiz canlılığından uzak olduğu dönemlerdi. Haziran ayından beri,
Manchester City dışındaki ekiplerin piyasadaki transfer ücretlerinden şikayet ettikleri
ve bu ücretleri ödemenin mümkün olmayacağını iddia ettiklerini sık sık işittik. Bunun
yanısıra Premiership’te kadro kuralları ile ilgili yapılan değişiklikler (artık her takım 25
kişilik kadrosunda en az 8 tane kendi yetiştirdiği oyuncusunu bulundurmak zorunda)
ve geçtiğimiz sezon Portsmouth’un kayyuma devredilmesi ile anlaşılan Premiership
ekiplerinin finansal anlamda dokunulmaz olmadıkları gerçeği bu görece hareketsizliğin
başlıca nedenleri. Yine de yeni sezonun kimi maçlarını özlenir kılan transferler de
olmadı değil. İşte o transferlerdenen iyi 15’i.

15- Daniel Gosling (Newcastle United)

Bu sezon tekrar Premiership’te mücadele edecek olan Newcastle Everton’ın genç yaşına
rağmen başarılı performansı ile dikkatı çeken savunma oyuncusu Daniel Gosling’i hiçbir
ücret ödemeden transfer etmeyi başardı. 20 yaşındaki oyuncu savunmanın ortasından
başka, sağbek ve orta sahada da görev yapabiliyor. Geçtiğimiz sezon Everton forması
altında (ağrılıklı olarak FA Kupası ve Avrupa Ligi’nde) 22 maça çıkan ve 4 gol kaydeden
Gosling, 2009 yılından beri İngiltere 21 yaş altı takımının da formasını giyiyor. Gosling
belki bu listedeki bazı isimler kadar meşhur değil ancak Newcastle’ın savunmasında çok
önemli bir rol oynayacağına şüphe yok.

14- Kenwyne Jones (Stoke City)

Sunderland’ın Trinidad Tobago’lu golcü oyuncusu 8 milyon sterlin karşılığında Tony
Pulis’in ekibine transfer oldu. 2004 yılından itibaren İngiltere’de çeşitli seviyelerde
177 maçta forma giyen 25 yaşındaki golcü bu karşılaşmalarda 55 gol atmayı başardı.
Jones hem fiziksel anlamda çok güçlü hem de son vuruşlarda çok başarılı. Bu özellikleri
2007 yılında S’oton menajeri George Burley’nin kendisini ‘Yeni Didier Drogba’ diye
adlandırmasını sağlamıştı. Biz de Jones’un Stoke City’nin şiddetle ihtiyaç duyduğu golcü
isim olduğu kanısındayız.

13- Aleksandar Kolarov (Manchester City)

Manchester City 24 yaşındaki Sırp solbek oyuncusunu tam 16 milyon Sterlin
karşılığında takıma katmayı başardı. Son 3 sezon Serie A’da 82 kez Lazio forması giyen

Kolarov’un Real Madrid tarafından da takibe alındığı ancak İspanyol ekibinin bahsi
geçen transfer ücretini çok fazla bulduğu söyleniyordu. 16 kez Sırbistan milli takımı
formasını da giyen Kolarov sol kanattan yaptığı güçlü bindirmeler ve çektiği isabetli
şutlarla tanınıyor.

12- Mario Balotelli (Manchester City)

Manchester City 20 yaşındaki ‘problem çocuk’ Balotelli’yi gizli tutulan bir ücret
karşılığında transfer etti. Yeteneklerinden kimsenin şüphe duymadığı 20 yaşındaki
İtalyan golcü ne yazık ki geçtiğimiz sezonlarda saha içindeki başarıları ile olduğu kadar
taraftarlar ve teknik direktörler (özellikle de Jose Mourinho) ile yaşadığı tartışmalar ile
gündeme gelmişti. Yine de Inter’de forma giydiği 59 maçta 20 gol kaydeden ve klubün
Şampiyonlar Ligi’nde gol atan en genç oyuncusu olan Balotelli’nin City’nin hücum
gücüne katkı yapacağını düşünüyoruz.

11- Nikola Zigic (Birmingham City)

29 yaşındaki dev forvet artık Birmingham City formasını terletecek. 2.02’lik boyu ile
dünyanın büyük liglerinden birinde forma giyen en uzun futbolcularından birisi olan
ve adı zaman zaman Türk klüpleri ile de anılan Sırp forvet yaklaşık 6 milyon Sterlin
karşılığında Birmingham’ın yolunu tutu. 2009 yılında kiralık olarak formasını giydiği
Racing Santander’de oynadığı 19 maçta attığı 13 golle dikkatleri üzerine çeken ve 49
kez giydiği milli forma altında 16 gol kaydeden Zigic geçtiğimiz sezon gol yollarında
zorlanan City için inanılmaz bir şans olacaktır.

10- Milan Jovanovic (Liverpool)

Yaz aylarında Liverpool’dan ayrılan Rafa Benitez’in son transferlerinden birisi hem
sol açık hem de forvet oynayabilen 29 yaşındaki Sırp oyuncu Milan Jovanovic idi. Son
4 sezonda Belçika’da Standard Liege forması ile 116 maçta 52 gol atan Jovanovic,
Hodgson tarafından sol açıkta görevlendirilecektir. Ancak Liverpool’un gol sıkıntısı
çektiği maçlarda Jovanovic’in oyuna Liverpool adına olumlu katkı yapacağı kesin.

9- Jermaine Beckford (Everton)

Leeds United’ın büyük yıldızı, 26 yaşındaki golcü Beckford yaz aylarında Everton’a
transfer oldu. Everton, Leeds ile kontratı biten Beckford için herhangi bir bonservis
bedeli ödemek zorunda da kalmadı. Kariyerinde forma giydiği 175 karşılaşmada 95
gol atan, 2007-08 ve 2008-10 sezonlarında League 1!in en değerli oyuncusu seçilen, ve
2009-10 sezonunda Old Trafford’da Manchester United’ı FA Kupası’ndan eleyen golü
sayesinde Leeds United’da ‘Yılın Golü’ ödülünü alan Beckford, David Moyes’in altında
çok daha başarılı olacaktır. Everton gibi bir takımda göstereceği performans Beckford’a
milli takım kapılarını dahi açabilir.

8- Joe Cole (Liverpool)

Son iki sezondur sakatlıklardan tam anlamıyla kurtulamayan ve Chelsea teknik patronu
Ancelotti’nin gözüne giremeyen Joe Cole bonservissiz olarak Liverpool’a transfer oldu.
Roy Hodgson’un Liverpool menajeri olarak yaptığı ilk transfer olan Joe Cole, her ne
kadar son yıllarda Chelsea forması altında beklentileri karşılayamasa da, yetenekleri, hızı, ve disiplinli oyun anlayışı onu Liverpool’un vazgeçilmezleri arasına sokacaktır.

7- Javier Hernandez (Manchester United)

‘Chicharito’ (‘Küçük Bezelye’) olarak tanınan Meksikalı Javier Hernandez artık Sir Alex
Ferguson’ın öğrencisi. 22 yaşındaki forvet 2006’dan beri forma giydiği Guadalajara’da
64 maçta 26 gol, 2009’dan beri giydiği milli forma altında ise 17 maçta 10 gol kaydetti.
Hem hızlı hem de son vuruşlarda becerikli bir isim olan Hernandez, Ferguson’un
gözetimi altında Meksika’nın yetiştirdiği efsane forvetler arasına girebilir. Berbatov’dan
çok da memnun olmayan Ferguson da Hernandez’i yavaş yavaş ilk 11’in oyuncusu
yapmaya çalışacaktır. Bu arada genç golcünün United forması altındaki ilk golünü
Community Shield maçında Chelsea’ye kaydettiğini belirtelim.

6- Ramires (Chelsea)

Tam ismi Ramires Santos do Nascimento olan, ancak futbolseverler tarafından Ramires
olarak tanınan 23 yaşındaki Brezilyalı oyuncu orta sahada görev yapıyor. 17 milyon
Sterlin karşılığında Chelsea’ye transfer olan Ramires Brezilya milli takımının da
formasını düzenli olarak giyiyor. Benfica’da harika bir ilk sezon geçiren Brezilyalı
oyuncu ,Ballack’ın takımdan ayrılmasından sonra orta sahada Ancelotti’yi rahatlatacak
performansı sergileyecektir.

5- Marouane Chamakh (Arsenal)

Arsene Wenger sonunda forvetine kavuştu. Henry’nin ayrılmasından sonra bir türlü
aradığı forvet ismini bulamayan veya bulan ama bir türlü sakatlıklardan kurtaramayan
(van Persie gibi) Arsenal sonunda gol noktalarındaki yeteneğinden kimsenin şüphe
duymadığı bir ismi transfer etmeyi başardı. Bordeaux forması altında çıktığı 230
maçta 56 gol atan ve 2003 yılından beri giydiği Fas forması ile 53 maçta 14 gol atan 26
yaşındaki oyuncu bonservissiz olarak kuzey Londra’nın yolunu tuttu. Wenger’in daha
önce Arsenal’de forma giyen Fransa geçmişli oyuncular ile ne kadar başarılı olduğunu
hatırlarsak Chamakh’ın da Arsenal’de başarılı sezonlar geçireceğine inanabiliriz.

4- Yaya Toure (Manchester City)

İşte Premiership’in bu sezonki en pahalı üçüncü transferi. Manchester City’nin
Barcelona’dan 24 milyon Sterline transfer ettiği Fildişi Sahilli orta saha oyuncusu
özellikle oyunun savunma yanına yaptığı katkı ile tanınıyor. Güçlü bir fiziğe ve
Guardiola’nın deyişi ile ‘harika bir oyun okuyuş tarzına sahip’ Yaya Toure 2004 yılından
itibaren tam 53 kere de milli formayı giyme başarısı gösterdi. City’nin zaten güçlü olan
orta sahasının Toure’in katılımıyla birlikte ligin en korkulacak orta sahalarından birisi
olduğunu düşünüyoruz.

3- David Silva (Manchester City)

Manchester City’nin 25 milyon Sterlin karşılığı Valencia’dan transfer ettiği Silva hem
sol açık hem de orta sahanın ortasında görev yapabiliyor. Valencia’daki yıllarında
gerektiğinde forvet arkasında da başarıyla mücadele eden Silva, Mancini’nin
jokerlerinden birisi olacak. 2006 yılından beri düzenli olarak milli takım formasını giyen
ve kariyerinde oynadığı 155 maçta 29 gol atan ve 48 asist yapan Silva Premierhip’in

izlenmesi en zevk veren isimlerinden birisi olacaktır.

2- Roy Hodgson (Liverpool)

Hodgson bu listede futbolcu olmayan tek isim. Rafa Benitez’in Liverpool’dan
ayrılmasının ardından takımın başına geçirilen teknik adam aslında bu listenin
başındaydı ancak Manchester City’nin bu yazı yazılırken yaptığı transfer atağı Hodgson’ı
ikinci sıraya itti. Kariyeri boyunca zor durumda bulunan takımları düzlüğe çıkaran ve
hatta Fulham öreniğinde olduğu gibi, bu takımların beklentileri de aşmasını sağlayan
tecrübeli teknik adam Liverpool’u olması gereken yere çıkaracaktır. Gerek tüm takımın
mücadele etmesini gören oyun anlayışı, gerek de oyuncularıyla birebir kurduğu sağlam
ilişkiler Liverpool’un tekrardan başa güreşen bir takım olmasını sağlayacaktır diye
düşünüyoruz. Ki Liverpool’un tekrar ‘takım’ gibi düşünüp hareket etmeye başladığı,
45 dakika 10 kişi oynayıp son dakikada yedikleri golle 3 puanı kaçırdıkları Arsenal
maçında ortaya çıktı. Hodgson bu senenin en iyi transferlerinden birisi.

1- James Milner (Manchester City)

Ve bu da Premiership’in en pahalı transferi. Transferde Aston Villa’ya verilecek olan
Stephen Ireland’ın bonservisiyle birlikte Milner transferi City’e 26 milyon Sterlin’e mal
oluyor. Milli takımda sağ kanat, Aston Villa’da ise daha merkezi bir rolde oynayan 24
yaşındaki isim geçtiğimiz sezon Premiership’in en iyi genç oyuncusu seçilmişti. Milner
aslında Lampard ve Gerrard’ın sembolize ettiği, oyunu iki ceza sahası arasında sğrekli
dikine oynayabilen ve aynı zamanda da savunma mücadelesinden kaçınmayan futbolcu
tipinin en son örneklerinden birisi. Bu anlamda City’nin sadece bu yılın değil, son
yılların da en iyi transferlerinden birisini yaptığını söyleyebiliriz.

Gelecekte çok konuşulacak genç transferler

Chris Smalling (Manchester United. 20 yaşında savunma oyuncusu. 5 kez İngiltere U21
forması giydi)

Malaury Martin (Blackpool. 21 yaşında orta saha oyuncusu. Fransa milli formasını
çeşitli seviyelerde 20 kez giydi)

Jonjo Shelvey (Liverpool. 18 yaşında orta saha oyuncusu. İngiltere’de geleceğin yıldız
adayı. 16 yaşından Championship’te forma giyiyordu.)

Sandro (Tottenham Hotspur. 21 yaşında orta saha oyuncusu. Brezilya’nın en yetenekli
isimlerinden birisi.)

Tomas Kalas (Chelsea. 17 yaşında savunma oyuncusu. Tam 5 milyon Sterlin değerindeki
oyuncu Çek milli takımının ilerideki savunma garantisi olarak görülüyor.)

Bora İşyar